Ana içeriğe atla

"Enes Ünal'ın Formu ve Gelişimi": Kariyerinde Neyi Geliştirdi?, Geleceği Ne Olur?

Santrafor oyuncuları gelişimlerini tamamlamak için uzun bir süreye ihtiyaç duyarlar. Kariyerlerinin ortalarında kendilerine kattıkları edinimler ve bu edinimler çerçevesinde yarattıkları repertuvarları sayesinde tam olarak bir oyun karakteri kuran bu mevkinin oyuncuları, çoğunlukla da bu dönemde çıkışa geçerler. Diego Forlan, Luca Toni ve Jamie Vardy gibi uluslararası örneklerin dışında, ülkemizde de Burak Yılmaz gibi bir örnek bu tanımlamayı kapsıyor. Oyunu 3. bölgede oynayan oyuncuların yaşadığı bu değişimler mevkisel evrim olabileceği gibi, kariyerlerinin bir noktasında adapte oldukları sistemde kazandıkları özellikler de bu değişim üzerinde etkili olabilir. Kariyerinin henüz başında Bursaspor altyapısından çıkarak Avrupa'nın yolunu tutan Enes Ünal da, 25 yaşına basacağı 2022 yılına değin sergilediği ucu açık performansıyla futbolseverlerin günden güne gelişimi hususundaki güvenini yitirmiş, gezgin bir oyuncuya dönüşmüştü. Ancak içinde bulunduğumuz sezonda La Liga'da en çok skor üreten oyunculardan birine dönüşen ve Getafe'de Quique Sanchez Flores yönetiminde kendisine bir oyun karakteri edinen Enes Ünal, tekrardan raflardaki iyi malzemelerden biri haline geldi. Milli futbolcumuzun kariyer gelişimini ve oyun karakterini inceleyecegim.

Enes Ünal'ın gelişimini incelerken kariyerine başladığı noktadan bunu yapmak en doğrusu olacaktır. Zira Türkiye'de futbolcu yetiştirme ve geliştirme konusunda bulunduğu yer itibariyle içinde oldukları kaos hâlini hak etmeyen Bursaspor'un bir takdiri hak ettiği aşikâr. Yetiştiği ve geliştiği Bursaspor'dan 4,40 Mn €'ya Manchester City'e katılan Enes Ünal, 2 yıllık bir kiralanma dönemi geçirecekti. İlk bir senesinde Belçika'ya Genk'e ve Hollanda'nın NAC Breda takımına kiralanmıştı. Hollanda 2. Liginde bulunan NAC Breda'da kayda değer bir performans göstererek Eredivisie ekipleri başta olmak üzere Avrupa'nın pek çok liginden, pek çok takımının dikkatini çeken Enes'i ertesi sene kiralamak isteyen takım, 2015/2016 sezonunda takımın skor yükünü çeken Hakim Ziyech'i Ajax'a gönderen ve bu eksikliğini bir santraforla gidermek isteyen Twente olmuştu. 

Enes Ünal'ın bu dönemi, hem Hollanda gibi skor üretiminin yoğun olduğu bir ligde olması sebebiyle, hem de Twente'nin skor yükünü taşıyacak oyuncu rolünü kendisine biçmesinden dolayı şanslı bir dönem olacaktı. Hem Enes Ünal'ın ekstra performansı, hem de Twente'nin organize bir takım olması neticesinde ligdeki son birkaç yılını ilk 10 sıranın ya uzağında ya en altında geçiren takım, ligi 7. bitirdi ve sezon içerisinde aldıkları kritik galibiyetlerle flaş bir takım oldu. Bu dönem, Enes Ünal'ın saf golcü becerilerini sergilemesi, geliştirmesi ve bu becerilerini Avrupa pazarına kanıtlaması konusunda oldukça iyi bir dönem oldu. Sezon sonunda Manchester City'deki bonservisi 14 Mn € karşılığında Villarreal'e geçecekti. 

Villarreal, kendisinin 5. yılını doldurduğu İspanya'daki ilk takımıydı. Javier Calleja yönetimindeki takımda ligin gerektirdiği donanımları yerine getiremeyen, üstüne maç ritmini kaçırmasıyla birlikte yaydaki becerilerinden de mahrum kalan oyuncu, çok kısa bir Levante, ardından 2018 yılında henüz Villarreal ile ilk sezonunu tamamlamışken Valladolid'e 2 yıllık kiralandı. Bu noktada yapmam gereken yorumun, Enes Ünal'a bi nebze haksızlık edildiği yönünde olduğunu düşünüyorum. Başta söylediğimiz gibi santraforlar bir sistemde, veyahut yaşadıkları mevkisel transformasyonlarla safkan birer golcüye dönüşebileceği gibi, kendilerini var edemedikleri sistemlerde verimleri düşebilir. Üstüne maç ritminde yoksun olma, 90 dakika oynayamama gibi şeyler eklendiğinde bir santraforun gelişiminin birdenbire yaşanacağını beklemek büyük bir hata olacaktır. Getafe transferi öncesinde Valladolid'te geçirdiği 2 yılın bu noktada iyi bir tampon bölge olduğunu düşünüyorum. Hem maç ritmi bulması, hem de mevkisinde ve Villarreal'e nazaran daha uygun bir sistem oynaması onu Getafe'de üzerine inşaa edilecek sisteme hazırladı.

Getafe'deki ilk ve mevcut sezonlarına geçmeden önce Enes Ünal'ın oyun karakterine göz atmak gerekiyor. Kendisi iyi bir top indirici, iyi bir pivot değil, ancak oyunun 2. bölgesinde top kazanarak bu açığını kapatabiliyor. Pas becerisi bir santrafora nazaran hayli yeterli ve oyunun tıkandığı noktalarda 2. bölgeye inebiliyor. Girdiği ikili mücadelelerin %47'sini kazanması, La Liga gibi fiziksel mücadelenin zayıf olduğu bir ligde kendisi adına yazılması gereken bir eksi olabilir ancak kendisine boşluk yaratabilen bir oyuncu olması bakımından iyi bir hazırlayıcı ile net bir uyum sağlayabilir. Ceza sahasında bir dominasyon sağlayabiliyor rakiplerine ve bu sisteme sahip takımlar için oldukça iyi bir kumaş. Eksiklik olarak ifade edebileceğim şeylerse kendisinin pozisyonları gole çevirme becerisi. Mevcut sezonda %22'lik bir pozisyon/gol oranına sahip ve fiziksel mücadelenin önemli yer tuttuğu liglerde yakaladığı pozisyonları gole çevirmesi temel bir gereklilik. Getafe'de ilk sezonunda eksik olan maç ritmini tamamlayan ve bu sezon geliştirdiği özellikleri ile birlikte Getafe'nin skor yükünü çeken oyuncu, Getafe'nin ana sponsorunun verdiği geçtiğimiz Kasım, Ocak ve Şubat aylarının en iyi oyuncusu ödülü ve La Liga gol krallığı tablosunda da hatrı sayılır bir yere sahip oldu.

Geleceği ile ilgili tahmin yapmak zor, ancak kendisinin bulunduğu ligde belki daha profilli bir takıma transfer olabileceğini düşünüyorum. Oyunun genelinin fiziksel bir hâle büründüğü bu noktada, kendisinin bu özelliğini geliştirmesi zaten bir gereklilikken, oyun tarzının etkisiyle Premier Lig, Bundesliga gibi mevzubahis fiziksel oyunun mutfaklarında tutunabileceğini söylemek bence güç. Ancak bulunduğu konumu Türk takımlarının genç santrafor yetiştirme hususunda bir örnek olarak görüyorum. Batuhan Kör, Enis Destan, Eren Aydın, Ali Yavuz Kol gibi jenerasyonunun önemli santrafor oyuncularının gelişiminde sabırlı olmak ve onlara maç ritmi kazandırmak gerekiyor. Umarız ki Enes Ünal'ın performansı sürer ve Enes Ünal gibi nice santraforları uluslararası ölçekte başarılı liglerde görürüz.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vincenzo Montella Mucizesi

Milli takım teknik direktörlüğü koltuğu, futbolun her döneminde o koltukta oturan kişi için ağırlık teşkil eden bir koltuk olmuştur. Bir bayrağı temsilen o koltukta bulunmanızla başlayan süreç, kulüp takımı görevinin görev kapsamından bağımsız pek çok zorluğu beraberinde barındırır. Milli takım görevi, Dünya futbolunda geçmişten beri tecrübesi yeterli ve insani becerileri gelişmiş, kulüp takımlarındaki özgeçmişi geçerli kişilere verilirdi. Kulüp takımları bazında beklentilerini yerine getirmiş, amiyane tabirle bu bağlamda kramponlarını asmış isimler Milli takımlar dünyasına giriş yapar, bu görevi kendileri için yeni bir meydan okuma olarak görürlerdi. Bu meydan okumanın, bu görevin ağırlığıyla eşleştiği temel nokta, kendini kanıtlamış isimlerin bir ülke futbolu yönetilirken bu ağırlığı daha kolay süspanse edebilecek isimler olmalarıydı. Zira kadroya dahil edilecek isimlerden tutun, ortaya konulacak oyun fikri, alınan sonuçlar ve bunun benzeri pek çok husus hem bulunulan ülk...

Fransa 1984: Platini'nin Turnuvası

Fransa Milli Takımı, son 20 yılın en başarılı ve istikrarlı takımlarından belki de ilki... Son yıllarda yaptıkları atılımlarla Dünya Futboluna sayısız genç futbolcuyu kazandırarak, futbolcu yetiştiriciliğindeki önder futbol ülkesi olmayı başaran Fransa, özellikle modern futbolu ihtiyacı olan atletizmi, oyun görüşü ve oyun aklı ile birleştiren oyun anlayışına uygun futbolcular yetiştirdiler, bu sayede de üst üste turnuva başarıları elde ettiler. 1998 Dünya Kupası ile başlayan 26 yıllık süre içerisinde, girdikleri 14 turnuvada 2 Dünya Kupası ve 1 Avrupa şampiyonluğu yaşadılar. Bunun dışında 2 Dünya Kupası finaline ve 1 Avrupa Şampiyonası finaline de adını yazdıran Fransa, bu süreçte Zinedine Zidane, Thierry Henry, Marcel Desailly, Franck Ribery, Karim Benzema, Didier Deschamps, Patrick Vieira, Antoine Griezzman gibi oyuncuların dışında, son jenerasyonun lider oyuncuları Kylian Mbappe, Aurelien Tchouameni, Eduard Camavinga gibi oyuncuları da Dünya futboluna kazandırdılar. Çok ...

"Bir Kupa Hocası": Simone Inzaghi

Dünya futbol tarihinde bazı teknik adamlar ucu kupaya giden turnuva yollarını diğerlerinden iyi yürürler. Bu teknik adamların kilit özelliklerini reaksiyon becerisi ve soğukkanlılık olarak nitelemek mümkündür. Özellikle çift ayaklı elemelerde 90 dakika üzerine kurgulanan plan kadar, 180 dakikalık yapılan bir program da takımı başarıya götürebilir. Özellikle elinizde beklentilerin nispeten düşük olduğu kulüpler olduğunda, eşleşmeleri kazanmaya dair pragmatik ve akılcı çözümler sizi başarıya götürüyor. Bunun en önemli örneklerinden biri de, bu sezon Şampiyonlar Ligi finaline uzanan Inter. En son 2010/11 sezonunda Son 16 turunun ötesini gören Inter, geçtiğimiz 12 sezona bir de UEFA Avrupa Ligi finali sığdırmış olsa da, 2009/10 sezonunda Mourinho önderliğinde yaşadıkları peri masalını tekrarlama noktasında yetersiz kalmışlardı. 2018 ve 2021 yılları arasındaki o üç sezonda değil Kupa 1'de ilerleme kaydetmek, gruptan çıkmayı bile başaramamışlardı. 2021 yılında Antonio Conte...