Ana içeriğe atla

Erling Haaland ve Darwin Nunez: Oyuncuların Analizi, Manchester City ve Liverpool'un rekabeti, Batı Avrupa futbolunun geldiği nokta

Premier Lig'de 2021/22 sezonunun bitmesinin ardından Manchester City ipi göğüsleyen taraf olmuştu. Bu şampiyonluğun, Pep Guardiola döneminin 4., tarihlerinin 8. şampiyonluğunu elde etti. Ki bu şampiyonlukların altısının 2012 yılından itibaren olduğunu hesaba kattığımızda, Manchester City'nin her geçen gün en büyükleri tehdit edecek bir yolda ilerlediğini söylemek mümkün. Manchester'ın mavi tarafı, 2008 yılında başlayan Abu Dhabi grubunun yatırımının en net emarelerini, sonuçlarını Pep Guardiola'nın himayesinde elde etti. Sahip oldukları maddi güç ve Pep Guardiola'nın tüm o pragmatik tutumuyla her gün yenilediği, kusursuzlaştırdığı oyun anlayışının birleşimi onları bu denli başarılı kılan sebeplerdir. Elbette böylesi bir gücün yükümlülüğü, sorumluluğu da kıyas içerisinde sokuldukları takımlar arasında en iyisi olmak, her zaman bir adım ötesini hayal etmektir. Söz konusu Premier Lig olduğunda, geleceği görmek ve bu doğrultuda hareket etmek konusunda gayet tutarlı hareket etmesini bilen Pep Guardiola'nın City'si, söz konusu Avrupa'nın en büyük kupası Kupa 1'e, Şampiyonlar Ligi'ne geldiğinde henüz bu gücün altını dolduramadı. Pep Guardiola öncesinde bir kez Yarı Final görme başarısı gösteren takım, Pep Guardiola sonrasında üç çeyrek final, bir yarı final ve bir final gördü. Bu şartlar altında Manchester City'nin yeterliliğinin, 2011'den beri Kupa 1'e uzak olan Pep Guardiola'nın ise meziyetlerinin sorgulanması işten değildi.

Rekabetin bir diğer tarafı da İngiltere'nin batısı, Merseyside'ın kırmızı tarafı. Onlarsa Premier Lig'in 2021/22 sezonunun 2. olanı. Son haftasına kadar sürdürdüğü yarışta ipi göğüsleyen rakibinin yalnızca bir puan gerisindeydi kırmızılılar. 2015 yılına değin pek çok problemle boğuşan, 2014 yılında şampiyonluk yarışını yine City'e, yalnızca iki puanla kaptıran ve ardından göreve Jürgen Klopp'u getirerek çıkışa geçen Liverpool, geçtiğimiz sezonlarda oyuncusundan maksimum verim alan, göze hoş gelen ve tempolu oyunuyla futbolseverlerin ilgisini, beğenisini çeken taraftı. Bu süreç içerisinde iki Şampiyonlar Ligi finali, bir de Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu elde eden Liverpool, buna karşın İngiltere Premier Lig'de rekabette bir hayli geride kaldı. 2019/20 sezonunda kazandığı şampiyonlukla 1992'de değişen Premier Ligi formatındaki ilk şampiyonluğunu edindiler ve son 5 sezonun ikisinde kıl payı ile şampiyonluğu kaptırdılar. Bunların ikincisini yaşadığı 2021/22 sezonunu bir de Şampiyonlar Ligi finalini Real Madrid'e kaptırarak tamamlayınca, Jürgen Klopp tüm o hırslı tavrıyla önümüzdeki sezonu işaret etti.

Rekabetin iki tarafının da sahip olduğu daha büyük olma kaygısını görmek, anlamak mümkün. İngiltere'nin zirvesinde olan ve Avrupa'nın zirvesini hedefleyen iki takım... Avrupa'nın en büyüğü olmak isteyen, modern futbolun tüm nimetleriyle donattıkları oyun anlayışlarını her geçen gün daha da kusursuzlaştıran, pragmatik iki teknik direktör... Bir tarafta bunaltıcı oyun kurulumu, teknik kapasitesi itibariyle Avrupa'nın en iyilerinden oluşan bir kadro ve oyuncular, bir tarafta da fizik kapasitesini, teknik kapasitenin önüne koyan, gelişimin ve değişimin merkezinde olduğu bir takım. Ve yazımıza konu olan eksiklikleri; forvet. Modern çağın futbol anlayışının grift ve oyunculardan pek çok özelliği aynı anda beklediği hepimizin takdiri. Lâkin futbol bir skor oyunu ve izleyicinin topun o fileye değmesini talep ettiğini biliyoruz. Ve bunun aktörlerinin de forvet oyuncuları olduğu su götürmez bir gerçek. Kusursuzu daha da kusursuzlaştırmak, iyiyi daha da iyi kılarak yarışın içerisinde kalmak bu her iki takımın da temel isteği, arzusu. Liverpool'un o kadar da görkemli bir skorer kimliği olmayan Roberto Firmino, Manchester City'nin ise santrafor repertuvarı bakımından A sınıfı bir santrafor olmayan Gabriel Jesus'la bu işi sürdürmek istememeleri bu arzuları ile denkleşen bir durum.

İşte tam bu durumda Manchester City'nin hamlesi Avrupa'nın en gözde, en parlak santrafor oyuncusu Erling Haaland oldu. Molde'den itibaren kusursuz santrafor kumaşı ve her geçen gün geliştirdiği kapasitesi ile Avrupa'nın devlerinin ağızlarının suyunun akmasına sebep veren Erling Haaland, yapmasının beklendiği büyük transferi yaptı. 60 Milyon €'luk transfer bedeli ödenen Norveçlinin transfer rotasının benim için beklenmedik ve ilginç olduğunu söylemem gerekiyor. Benim beklentim kendisinin baş ve tek aktör olacağı farklı bir maceraya atılmasıydı ancak bunun tam aksini yaparak, bir oyunun bir setin içerisine dahil olmayı tercih etti.

Peki ya Manchester City-Haaland birlikteliğinin taktiksel düzlemde karşılığı nedir? Öncelikle Erling Haaland'ın mobilitesi yüksek, bir santraforun görevini yerine getirme noktasında sahip olunabilecek tüm özellik setine sahip olduğunu biliyoruz. Gol sezgisi, fiziksel kapasitesi, kafa vuruşları, arkaya sarktığında daha net anlayabildiğimiz o çabukluğu ve benim bu düzlemde en değer verdiğim özelliği olan derine inme becerisi. Erling Haaland'ın özelliklerini teker teker pek çok oyuncuya versek, bu özellikleri üzerinden ortalama üstü bir santrafor kariyeri inşaa edeceklerini söylemek mümkün. Tüm bu özelliklerini Manchester City'nin oyun planına nasıl entegre edecek, esas merak konusu ve ilgilendiğimiz boyut bu. Benim üzerinde durmamız gereken ilk şeyin burada geçireceği ilk dönemlerde, Bundesliga'da oynadığı oyun anlayışına paralel bir düzlemde tercih edildiği takdirde, ihtiyaç duyduğu boş ve geniş alanları bulamayacağı. Kompakt ve düzenli Premier Lig savunma hatları içerisinde, kendisine alan yaratarak veyahut arkaya sarkarak gol bulması, özellikle Manchester City gibi kapalı savunma ile, kompakt bir anlayışla karşılanması gereken bir takımla çok makûl gözükmüyor ancak, benim altını çizdiğim derine inme ve pas oyununa katılma becerisi, Manchester City oyunu ile en eşleşen özelliği. Pep Guardiola'nın uzun süredir tipik bir santrafor ile oynamadığını, hatta geçtiğimiz dönemlerde taktiksel şemasına santrafor dahil etmediğini biliyoruz, buna ek özellikle Cristiano Ronaldo transferinin söz konusu olduğu dönemde kendisinin bu anlayışı denemek istediğinin düşünüldüğü de bir gerçek ancak, Haaland'ın bu şemada nasıl bir yer tutacağı benim kişisel merakım. Haaland'ın santrafor becerilerinin kusursuzluğu, onu gole her daim yaklaştıracaktır, ancak kusursuzu kusursuzlaştırma konusunda tutacağı yer benim kişisel merakım olacak.

Öte yandan Liverpool'un buna karşılık bir hamlesi olması da bir sürpriz değildi. 3. bölge organizasyonu itibariyle kanatların, yüksek tempolu ve kompakt yapısı itibariyle geri kalan mevkinin oyuncularının skor yüküne dahil olduğu, santrafor rolündeki ismin derindeki kurguya katıldığı ve net bir Sahte 9 performansı verdiği Liverpool'un kararının Darwin Nunez olması, Liverpool'un oyunu transforme ediş şekli bakımından müthiş bir hamle. Sadio Mane'yi 40 Milyon €'ya Bayern Münih'e gönderen ve 100 Milyon € karşılığında Darwin Nunez'i transfer eden Jürgen Klopp'un içerisinde olduğu iki temel motivasyon olduğunu anlamak mümkün; geleceği görmek, skoru olumlu etkileyebilecek hem oynayan hem oynatan bir santrafora sahip olmak. 

Darwin Nunez, 22 yaşında Uruguaylı bir santrafor. Benfica'da geçirdiği müthiş sezonla Avrupa vitrinine çıkan ve Avrupa devlerinin dikkatini çeken Nunez, tıpkı Haaland gibi modern bir santrafor tiplemesi. Bitiricilik becerileri ve pozisyon alma kabiliyetinin yanında, kendisinin çevresindeki oyuncuları oyuna dahil etme şekli mükemmel. Penarol'den transfer olduğu Almeira'da geçirdiği döneme dar bir kapsamdan bakma fırsatı bulduğumda, kendisinin stoper manipülasyonu kabiliyeti ile ekürisi Juan Munoz'un skor katkısını inanılmaz etkilediğini gördüm. Özellikle son kenara deplase olarak, hem sağ kenar oyuncusunun dışta alan bulmasına, hem de sol kenar oyuncusunun 3. bölgenin merkezine hareketlenerek oradaki oyun kurgusuna dahil olmasını sağlıyor. 4-4-2 düzleminin içerisinde olduğu Almeira'da 16 golle katkı veren Nunez, Benfica'da Rafa Silva'yla kurduğu işbirliği ile birlikte fark yarattı. Bu özellikleri, skora yakın oynayan Mohamed Salah ve Luis Diaz'la birlikte bir hücum hattı yaratması ile birlikte, Liverpool'un hücum hattının oldukça alternatifli, çözüm dolu ve sürprizli bir takım olmasını sağlıyor. Her geçen gün gelişen, repertuvarına özellikler ekleyen Nunez'in, oyunun sıkıştığı anlarda Liverpool'un ana planı haline gelen kenar top organizasyonlarına kafa topu becerisiyle dahil olabilecek olması da kendisini bir adım öne çıkaran sebeplerden biri. Benim kafamda yarattığı şüphe, kendisinin oynatılış şeklinin Liverpool'un Sahte 9 rolüyle bağımsız olup olmayacağı idi ancak, kendisinin Benfica'da 2. ve 3. bölge arasındaki geçişlerde topla gidebilme becerisini gözler önüne serdiği anlar, bununla ilgili şüphelerimi geçirecek derecede. Kendisinin Liverpool'a çeşitlilik ve çözüm seçenekleri sunacağı kesin.

Her iki oyuncunun da profilleri ve kabiliyetlerini gözler önüne serdiğimizde, Liverpool'un ve Manchester City'nin arzu ettiği şeyi anlamak mümkün. İngiltere Premier Lig'deki ve Şampiyonlar Ligi'ndeki rekabetleri tüm sezon boyunca izlemeye değer, takip edilesi bir şey olacaktır ancak benim futbolun geleceği ile ilgili yaşadığı endişe, güçlünün daha da güçlü olduğu bu sistemi futboldaki çeşitliliği zedelemesi. Bu gibi üst düzey takımların değerlerine değer katmak için ihtiyaç duydukları futbolculara ve teknolojilere yaptıkları yatırımlar konusunda sahip oldukları özgürlük, her geçen gün Batı Avrupa'nın tekeline geçen futbolun büyüklerinin rakipsizliğine yağ sürüyor. Transferin akış yönü, futbolcuların hayali artık Batı Avrupa'nın futbolunun içerisinde yer almak ve bu durum her geçen gün makasın futbolun diğer coğrafyaların ile açılmasına sebebiyet veriyor. Umarım ki ülkemizde ve futbolun oynandığı pek çok ülkede bu gibi yatırımları görmek mümkün olur.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vincenzo Montella Mucizesi

Milli takım teknik direktörlüğü koltuğu, futbolun her döneminde o koltukta oturan kişi için ağırlık teşkil eden bir koltuk olmuştur. Bir bayrağı temsilen o koltukta bulunmanızla başlayan süreç, kulüp takımı görevinin görev kapsamından bağımsız pek çok zorluğu beraberinde barındırır. Milli takım görevi, Dünya futbolunda geçmişten beri tecrübesi yeterli ve insani becerileri gelişmiş, kulüp takımlarındaki özgeçmişi geçerli kişilere verilirdi. Kulüp takımları bazında beklentilerini yerine getirmiş, amiyane tabirle bu bağlamda kramponlarını asmış isimler Milli takımlar dünyasına giriş yapar, bu görevi kendileri için yeni bir meydan okuma olarak görürlerdi. Bu meydan okumanın, bu görevin ağırlığıyla eşleştiği temel nokta, kendini kanıtlamış isimlerin bir ülke futbolu yönetilirken bu ağırlığı daha kolay süspanse edebilecek isimler olmalarıydı. Zira kadroya dahil edilecek isimlerden tutun, ortaya konulacak oyun fikri, alınan sonuçlar ve bunun benzeri pek çok husus hem bulunulan ülk...

Fransa 1984: Platini'nin Turnuvası

Fransa Milli Takımı, son 20 yılın en başarılı ve istikrarlı takımlarından belki de ilki... Son yıllarda yaptıkları atılımlarla Dünya Futboluna sayısız genç futbolcuyu kazandırarak, futbolcu yetiştiriciliğindeki önder futbol ülkesi olmayı başaran Fransa, özellikle modern futbolu ihtiyacı olan atletizmi, oyun görüşü ve oyun aklı ile birleştiren oyun anlayışına uygun futbolcular yetiştirdiler, bu sayede de üst üste turnuva başarıları elde ettiler. 1998 Dünya Kupası ile başlayan 26 yıllık süre içerisinde, girdikleri 14 turnuvada 2 Dünya Kupası ve 1 Avrupa şampiyonluğu yaşadılar. Bunun dışında 2 Dünya Kupası finaline ve 1 Avrupa Şampiyonası finaline de adını yazdıran Fransa, bu süreçte Zinedine Zidane, Thierry Henry, Marcel Desailly, Franck Ribery, Karim Benzema, Didier Deschamps, Patrick Vieira, Antoine Griezzman gibi oyuncuların dışında, son jenerasyonun lider oyuncuları Kylian Mbappe, Aurelien Tchouameni, Eduard Camavinga gibi oyuncuları da Dünya futboluna kazandırdılar. Çok ...

"Bir Kupa Hocası": Simone Inzaghi

Dünya futbol tarihinde bazı teknik adamlar ucu kupaya giden turnuva yollarını diğerlerinden iyi yürürler. Bu teknik adamların kilit özelliklerini reaksiyon becerisi ve soğukkanlılık olarak nitelemek mümkündür. Özellikle çift ayaklı elemelerde 90 dakika üzerine kurgulanan plan kadar, 180 dakikalık yapılan bir program da takımı başarıya götürebilir. Özellikle elinizde beklentilerin nispeten düşük olduğu kulüpler olduğunda, eşleşmeleri kazanmaya dair pragmatik ve akılcı çözümler sizi başarıya götürüyor. Bunun en önemli örneklerinden biri de, bu sezon Şampiyonlar Ligi finaline uzanan Inter. En son 2010/11 sezonunda Son 16 turunun ötesini gören Inter, geçtiğimiz 12 sezona bir de UEFA Avrupa Ligi finali sığdırmış olsa da, 2009/10 sezonunda Mourinho önderliğinde yaşadıkları peri masalını tekrarlama noktasında yetersiz kalmışlardı. 2018 ve 2021 yılları arasındaki o üç sezonda değil Kupa 1'de ilerleme kaydetmek, gruptan çıkmayı bile başaramamışlardı. 2021 yılında Antonio Conte...