Ana içeriğe atla

Lionel Messi & Inter Miami: Transferin Perde Arkası

Lionel Messi bir süredir geleceği ile ilgili spekülasyonların merkezindeydi. Zira, 2 yılını geçirdiği Paris Saint-Germain onun için tam anlamıyla kucaklayıcı olmamış, Barcelona'dan ayrılışının dramatik izlerinin üstünü kapatamamıştı. Bu tablonun üstüne hem Messi'nin bireysel performansının Paris'te bir şeyleri değiştirebilecek kapasitede olmaması, hem de Paris Saint-Germain'in sportif ve yönetim başarısızlıkları eklenince ayrılık da kaçınılmaz oldu. Bir süredir beklenen şey Messi'nin kariyerine noktayı başladığı yerde, Barcelona'da koymak için dönmesiydi, ancak dün itibariyle açıklanan şey durumun böyle olmayacağını gösterdi. Messi, 35 yaşında 18 yıldır merkezinde olduğu Avrupa futbol sahnesinden çekileceğini ve kariyerine Amerika'da, David Beckham'ın sahibi olduğu Inter Miami'de devam edeceğini açıkladı.

Bu durumda öncelikli sorulacak şey neden Barcelona'ya dönmediği olacaktır, ki açıkçası benim de işin en çok merak ettiğim yönü buydu. Barcelona yeni bir yapılanma içerisindeydi, takımın başında uzun süre beraber oynadığı Xavi vardı ve Messi'nin bu takıma eklenmesi oldukça iyi bir hikâyeyi beraberinde getirebilirdi. Hatta La Liga yönetiminin de bu duruma oldukça istekli olduğunu tahmin etmek mümkün, zira ligin seyir kapasitesini arttırmak için böylesi bir hamleden iyisi bulunamazdı. Ancak Messi'nin açıklamasından da anladığım şey şu ki; Barcelona yönetimindeki bir güruh Messi'nin etrafında çevrelenen bir yapıyı istemiyor. Bunun bence iki yönü var; Birincisi, Messi'nin otoriter kimliğinin Barcelona'nın yeni kadro yapısını altına alması... Messi'nin bulunduğu yapılarda otoriter kimlikte olduğunu ve Barcelona'nın bu kadrosuna gelişiyle aynı otoriter kimliği oraya da yansıtacağını tahmin etmek güç değil. Üstüne, Messi artık 35 yaşında ve içinde bulunduğu bir yapıya en iyi olduğu dönemdeki kadar olumlu etki edip etmeyeceği sorgulanabilir. Bu gerçekler ışığında yeni Barcelona yapısının artık eski formundan uzakta olan bir Messi'nin ağırlığı altında ezilmesinden çekinildiğini anlıyorum. İşin bence diğer yönü de Barcelona'nın futbolun yetişen yeni değerleri için yer açmak istemesi. Barcelona bir süredir finansal denetim altında ve kulüpteki maaş dengesi Frenkie de Jong'un 37 Milyon €'luk istisnai sözleşmesi dışarıda bırakılmak üzere birbirine yakın sözleşmelerden oluşuyor. Şu anda belli bir denge politikasının üzerinde duran Barcelona, Avrupa futbolunda tekrar söz sahibi olmak için uzun yıllar kulüpte kalma potansiyeli olan genç ve kendini ispatlamış isimlere yönelmeyi, Messi'nin külfetli sözleşmesine yer açmaya tercih ettiğini düşünüyorum.

Gelelim işin Messi yönüne. Geçtiğimiz iki sene Messi için oldukça farklı bir durumdaydı. 2021 yılında transfer olduğu PSG takımı oyuncu kalitesi olarak kusursuza yakın bir kadroydu ve o gün itibariyle herkesin beklentisi bu takımın Avrupa'yı silip süpüreceği yönündeydi. Ancak işin aslı öyle olmadı. Önce ilk 2021/22 sezonunda Real Madrid'e yenilerek Son 16 turunda elenen Paris Saint-Germain'de sezon sonu lig zaferine rağmen Pochettino ile yollar ayrılmıştı. Sezonu genel istatistik ortalamalarının çok altında bitiren Messi, ezeli rakibi Ronaldo'nun Premier Lig'de gösterdiği bireysel performansın da altında kalmış, okların hedefinde kalmıştı. PSG'de ipleri geren bir diğer faktör de Mbappe'nin aldığı ütopik sözleşme ve imtiyazlardı. Real Madrid'e gideceğine neredeyse kesin gözüyle bakılan Mbappe'ye, kendisini takımda tutmak için Messi'nin üstünde bir maaş ve takım yönetiminde söz hakkı tanıyan maddelerden oluşan bir sözleşme önerdi. Bu imtiyazlarla bir anlamda takımın lideri konumuna yükselen Mbappe'nin, Messi'nin kulüpteki yerini sorgulamaya ittiğini düşünüyorum. İkinci sezonunu ilk sezondan ayıran nokta Dünya Kupası'ydı. Messi, Arjantin Milli Takımı'nda, PSG'de olduğundan çok daha rahat ve esnekti. Öyle ki; bilindiği üzere takımın aday kadrolarından, saha içerisinde oynanan oyuna her noktada otoritesini tesir ettirdiği bir Arjantin söz konusuydu. Bu takım, Dünya Kupası'nda Messi önderliğinde Dünya Kupasını kazanınca, Messi'nin futboldaki bir diğer önemli misyonu daha tamamlanmış oldu. Messi'yi sezonun kalanında da etkileyen doymuşluğun en önemli gerekçesinin bu olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar sezon içi istatistikleri geçtiğimiz sezona nazaran daha iyi ve saha içi etkisi daha büyük olsa da, PSG'nin ana hedefi olan Şampiyonlar Ligi'nde Messi'nin etkinliği neredeyse yok gibiydi. Bayern Münih'e elenen PSG, dev kadrosuyla bir kez daha beklentilerin ve potansiyelinin bir hayli altında kalarak Son 16 turunda eleniyordu. Her iki maçta da Messi'nin performansı bir hayli kısıtlıydı. Buradan anlıyoruz ki, Messi başarılabilecek olanları başarmanın rahatlığıyla konforlu bir alanda, kuralları kendisinin belirlediği şartlar içerisinde ve baskının minimum olduğu bir atmosferde olmanın özlemi içerisindeydi. Özellikle işin içerisinde ailesinin konforu da söz konusu olduğunda, evi Barcelona'dan aldığı ret, onu Amerika'da yaşam refahı ve sevdiği oyunu istediği biçimde oynamanın rahatlığını tercihe ittiğini düşünüyorum.

Son olarak gelelim işin Inter Miami ve MLS yönüne. MLS'in ve Amerika'daki futbolun geliştiğini ve bölgesel anlamda bir potansiyel vaat ettiğini biliyoruz. Özellikle Kuzey ve Güney Amerika'dan yetişen oyuncuların yanısıra, takımların altyapı anlamında da kendini geliştirdiğini düşünüyorum. Messi'nin transferi de ABD'deki futbol ilgisine, MLS'in ve kendi takımının endüstriyel karşılığına ve futbolun bir gözünün MLS'te olanlar dönmesine sebebiyet verecektir. Messi'nin sözleşmesiyle ilgili yapılan haberlerde de, kendisinin lige ve takıma yaratacağı endüstriyel karşılığına dayalı bir anlaşma olabileceğini görmüştük ki, bu da benim söylediğim şeylere işaret ediyor. Umarım ki, Messi'nin Avrupa sahnesinden bu özel vedası uzun vadede futbola katılımın çeşitliliğine ve ABD gibi bir ülkede bu sporun potansiyelinin artışına neden olur.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vincenzo Montella Mucizesi

Milli takım teknik direktörlüğü koltuğu, futbolun her döneminde o koltukta oturan kişi için ağırlık teşkil eden bir koltuk olmuştur. Bir bayrağı temsilen o koltukta bulunmanızla başlayan süreç, kulüp takımı görevinin görev kapsamından bağımsız pek çok zorluğu beraberinde barındırır. Milli takım görevi, Dünya futbolunda geçmişten beri tecrübesi yeterli ve insani becerileri gelişmiş, kulüp takımlarındaki özgeçmişi geçerli kişilere verilirdi. Kulüp takımları bazında beklentilerini yerine getirmiş, amiyane tabirle bu bağlamda kramponlarını asmış isimler Milli takımlar dünyasına giriş yapar, bu görevi kendileri için yeni bir meydan okuma olarak görürlerdi. Bu meydan okumanın, bu görevin ağırlığıyla eşleştiği temel nokta, kendini kanıtlamış isimlerin bir ülke futbolu yönetilirken bu ağırlığı daha kolay süspanse edebilecek isimler olmalarıydı. Zira kadroya dahil edilecek isimlerden tutun, ortaya konulacak oyun fikri, alınan sonuçlar ve bunun benzeri pek çok husus hem bulunulan ülk...

Fransa 1984: Platini'nin Turnuvası

Fransa Milli Takımı, son 20 yılın en başarılı ve istikrarlı takımlarından belki de ilki... Son yıllarda yaptıkları atılımlarla Dünya Futboluna sayısız genç futbolcuyu kazandırarak, futbolcu yetiştiriciliğindeki önder futbol ülkesi olmayı başaran Fransa, özellikle modern futbolu ihtiyacı olan atletizmi, oyun görüşü ve oyun aklı ile birleştiren oyun anlayışına uygun futbolcular yetiştirdiler, bu sayede de üst üste turnuva başarıları elde ettiler. 1998 Dünya Kupası ile başlayan 26 yıllık süre içerisinde, girdikleri 14 turnuvada 2 Dünya Kupası ve 1 Avrupa şampiyonluğu yaşadılar. Bunun dışında 2 Dünya Kupası finaline ve 1 Avrupa Şampiyonası finaline de adını yazdıran Fransa, bu süreçte Zinedine Zidane, Thierry Henry, Marcel Desailly, Franck Ribery, Karim Benzema, Didier Deschamps, Patrick Vieira, Antoine Griezzman gibi oyuncuların dışında, son jenerasyonun lider oyuncuları Kylian Mbappe, Aurelien Tchouameni, Eduard Camavinga gibi oyuncuları da Dünya futboluna kazandırdılar. Çok ...

"Bir Kupa Hocası": Simone Inzaghi

Dünya futbol tarihinde bazı teknik adamlar ucu kupaya giden turnuva yollarını diğerlerinden iyi yürürler. Bu teknik adamların kilit özelliklerini reaksiyon becerisi ve soğukkanlılık olarak nitelemek mümkündür. Özellikle çift ayaklı elemelerde 90 dakika üzerine kurgulanan plan kadar, 180 dakikalık yapılan bir program da takımı başarıya götürebilir. Özellikle elinizde beklentilerin nispeten düşük olduğu kulüpler olduğunda, eşleşmeleri kazanmaya dair pragmatik ve akılcı çözümler sizi başarıya götürüyor. Bunun en önemli örneklerinden biri de, bu sezon Şampiyonlar Ligi finaline uzanan Inter. En son 2010/11 sezonunda Son 16 turunun ötesini gören Inter, geçtiğimiz 12 sezona bir de UEFA Avrupa Ligi finali sığdırmış olsa da, 2009/10 sezonunda Mourinho önderliğinde yaşadıkları peri masalını tekrarlama noktasında yetersiz kalmışlardı. 2018 ve 2021 yılları arasındaki o üç sezonda değil Kupa 1'de ilerleme kaydetmek, gruptan çıkmayı bile başaramamışlardı. 2021 yılında Antonio Conte...