Ana içeriğe atla

Sevilla 7. Kez Avrupa Ligi Şampiyonu: Nasıl bu noktaya geldiler?

Sevilla, binlerce yıllık uygarlık tarihinde çeşitli medeniyetlerce yönetilmiş, Endülüs bölgesinin en büyük merkez şehri. Guadalquivir nehrinin doğusuna konumlanmış, kültürel yapısını tarih boyunca korumuş, dansın, tutkunun ve her bir İspanyolda görebileceğimiz bilimum özelliklerin buluştuğu bir yer. "Endülüs beyaz bir güvercin, Sevilla'ysa o güvercinin gerdanlığındaki en parıltılı inci" denmiş bu şehre. Aslında ülkemizde yer alsa ortalama nüfusa sahip olacak bu küçük kent, bugün 7. kez UEFA Avrupa Ligi'ni kazanarak bu bağlamdaki rekorunu genişleten takımının, Sevilla FC'nin dipten Avrupa'nın en önemli kulüplerinden birisi olmaya varan gelişimine ev sahipliği yapacaktı.

Sevilla FC ilk kez, La Liga'nın kurulduğu 1929 yılından 5 yıl sonra 1934 yılında bu ligde yer aldıktan sonra 63 yıl boyunca varlığını sürdürmeyi de başardı. 1946 yılında şampiyon olmayı da başaran Sevilla, ligin değişilmezlerinden olan ancak ortalama seviyenin üstüne nadiren çıkabilen bir takım oldu yıllar boyunca. 1992/93 sezonunda bir sezonluğuna Diego Armando Maradona'nın da forma giydiği Sevilla, 1996/97 sezonunda çıktığı andan itibaren ilk kez La Liga'dan düştü. Bu düşüş her ne kadar şehri bir üst lige hasret edecek kadar uzun olmadıysa da, artık günümüze değin kalıcı olacakları 2001/02 sezonuna kadar düşüp çıkan bir grafik izlediler. Tam bu yıllarda kısa süreli futbol kariyerini sona erdirmiş, kaleci olduğu yıllarda başarılı bir performans sergileyememiş bir adam Sevilla'da futbol organizasyonlarının başına geçmişti. Diego Armando Maradona'nın forma giydiği yıllarda 23 yaşındaki çirkin bir yedek kaleci olarak tasvir ettiği bu adam şehrinin futboldaki kaderini değiştireceğini kimse tahmin edemezdi. Bu isim, Ramon Rodriguez Verdejo bilinen ismiyle "Monchi"nin ta kendisiydi. 2000 yılında görevi devraldığında alt ligde olan Sevilla'yla bir atılıma başlayan Monchi'nin işi bir hayli zordu. Finansal krizde olan takımı o noktadan tekrar yarışmacı bir konuma getirmek için önce tekrar bir üst lige çıkmak, sonrasındaysa sırasıyla finansal yükü minimize ederek, kulübün gelir kapılarını açmak gerekecekti. Göreve gelmesiyle beraber, teknik direktörlük koltuğunu alan Joaquín Caparrós'la ilk sezonunda 2. Lig'i kazanarak bir üst lige çıkan Monchi, aynı zamanda Reyes, Sergio Ramos, Jesus Navas, Diego Capel gibi altyapıdan çıkan isimlerin keşfedilmesi ve değerlendirilmesinde önemli rol oynadı. Bunun yanısıra dünyanın çeşitli yerlerinde 700'ün üzerinde oyuncu gözlemcisinden oluşan büyük bir gözlem ağı kuran Monchi, finansal olarak dipte olan takımının maliyeti düşük oyunculara yönelerek bu oyunculardan kâr elde edilmesini amaçlayan bir modeli geliştirdi.

Bu model üzerinden Monchi'yi, Billy Beane'in futboldaki bir örneği olarak göstermek mümkün. Zira Oakland Athletic'le 20 galibiyetlik bir seri yakaladığında Billy Beane'in izlediği model, çok yüksek potansiyeller vaat etmeyen, ancak sahip oldukları bazı özellikleri ile takım bütünlüğüne hizmet eden oyuncuları bu parametreler üzerinden birleştirmekti. Monchi, bunun bir anlamda benzerini işliyordu. Oyuncuların temel assetlerini dışarıda bırakarak, saha içi bütünlüğe katkı sağlayan bazı özelliklerini sivriltiyor ve ortaklık içerisinde çalıştığı teknik adamlarla bu oyuncuların bu özellikleri üzerine gidiyordu. Dahası işini şansa bırakmayan Monchi, bu geniş scouting ağının süzgecinden her mevki için yüzün üzerinde oyuncu listeliyor ve bunlar arasında doğru parametrelerle doğru ismi cımbızlıyordu. Adriano, Dani Alves, Julio Baptista, Federico Fazio, Seydou Keita ve Ivan Rakitic gibi isimler bu çalışmaların örneği olarak takıma düşük bedellerle katılmış ve devamında Sevilla'ya gelir kalemi oluşturmuşlardı.

Sevilla ve Monchi bu hummalı, ince çalışmanın Avrupa klasmanında ilk neticesini 2006 yılında aldı. O sezon fantastik bir hikaye ve geri dönüşlerle UEFA Kupası finaline yükselen Middlesbrough'u 4-0 yenerek şampiyonluğa uzanan Sevilla, aynı başarıyı sonraki sezon Espanyol'u penaltılarda 5-3'le geçerek elde edecekti. Jesus Navas, Adriano, Dani Alves, Kanoute gibi oyuncuların yanısıra 2007 yılında 22 yaşında hayatını kaybeden Antonio Puertas'ın da olduğu bu kadrolar Sevilla'yı Avrupa nezdinde artık tanınır ve bilinir hale getiriyordu. 2006 yılında Şampiyonlar Ligi şampiyonu Barcelona'yı 3-0 mağlup ederek Süper Kupa'ya da uzanan bu takım, sonraki yıllarda Şampiyonlar Ligi'nde de zaman zaman gruplardan öteye gitmeyi başarıyordu. Ancak esas patlama 2013 yılında Unai Emery'nin göreve gelmesiyle başladı. Bu dört yıl içerisinde 3 kez Avrupa Ligi şampiyonluğu elde eden Sevilla, bu dönemde bu kupaya en çok sahip olma rekorunu da kırmayı başardı. Unai Emery'i Paris St. Germain'in başına gönderdikten sonra Jorge Sampaoli önderliğinde önemli saha içi kazanımlar ve iyi bir oyun aklı elde eden Sevilla, bu dönemde Şampiyonlar Ligi'nde bir çeyrek final başarısı da gösterdi. 2019 yılında Lopetegui'nin göreve gelmesiyle Sevilla, pandemi sezonunda tekrar Avrupa Ligi zaferi elde etmeyi başardı. Conte'nin Inter'ini 3-2 yenen Sevilla, bu dönemde ligde de ilk 3 sıraya girmeyi başardı.

Ramón Sánchez Pizjuán Stadyumu'nun artık yılların emeğiyle bezenmiş bir Avrupa kültürü söz konusuydu. Avrupa Ligi'nde rakiplerine karşı psikolojik üstünlük sağlayan bir yapı, hem stadyumu, hem de aşkın ve tutkunun şehri Sevilla'yı sarmıştı. En kötü dönemi de olsa, Sevilla bu turnuvada herkesten bir adım önde olmayı başarabilecek konumdaydı. Bu yıla gelindiğinde sezonu 11. sırada sürdüren, Sampaoli ile başarısız bir dönem geçiren Sevilla, kariyerinde bu seviyede takım yönetme becerisi olmayan, Eibar'da 6, Valladolid'te 5 yıl çalışmış ve en son Alaves'teki 5 aylık macerasının ardından 1 yıldır takım yönetmekten uzak 62 yaşındaki Jose Luis Mendilibar'la anlaştı. Bunu bir geçiş dönemi, yumuşama dönemi olarak anlamak mümkünken Sevilla, sırasıyla PSV Eindhoven, Fenerbahçe, Manchester United ve Juventus'u geçerek geçmişinde hiç final kaybetmemiş Jose Mourinho'nun Roma'sı ile eşleşti. Finallerin futbolda biraz da mentalite işi olduğunu bilmek gerekir. O yüksek tansiyonu yönetmek çok zordur ve kimin karizması ağır basarsa o, belki 90 belki 120, belki 120'den de çok sürecek olan dakikalarca momentum faktörünü elinde bulundurmak gerekir. Nitekim geçmişinde iki Şampiyonlar Ligi, iki Avrupa Ligi ve Roma ile kazandığı bir Konferans Ligi finalini kazanmış olan Mourinho dahi, son yıllarda en kötü dönemini geçiren Sevilla karşısında direnç gösteremedi. Dipten dönen bir takım, yıllar içerisinde her bir kazanımla, her bir kaybedilenle elde edilmiş bir mentalitenin mükafatını 7. kez aynı kupayı kazanmakla elde etti. Maddi yükümlülüklerin çıkmazı içerisinde olan kulüplerimize örnek olmasını temenni ediyorum.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vincenzo Montella Mucizesi

Milli takım teknik direktörlüğü koltuğu, futbolun her döneminde o koltukta oturan kişi için ağırlık teşkil eden bir koltuk olmuştur. Bir bayrağı temsilen o koltukta bulunmanızla başlayan süreç, kulüp takımı görevinin görev kapsamından bağımsız pek çok zorluğu beraberinde barındırır. Milli takım görevi, Dünya futbolunda geçmişten beri tecrübesi yeterli ve insani becerileri gelişmiş, kulüp takımlarındaki özgeçmişi geçerli kişilere verilirdi. Kulüp takımları bazında beklentilerini yerine getirmiş, amiyane tabirle bu bağlamda kramponlarını asmış isimler Milli takımlar dünyasına giriş yapar, bu görevi kendileri için yeni bir meydan okuma olarak görürlerdi. Bu meydan okumanın, bu görevin ağırlığıyla eşleştiği temel nokta, kendini kanıtlamış isimlerin bir ülke futbolu yönetilirken bu ağırlığı daha kolay süspanse edebilecek isimler olmalarıydı. Zira kadroya dahil edilecek isimlerden tutun, ortaya konulacak oyun fikri, alınan sonuçlar ve bunun benzeri pek çok husus hem bulunulan ülk...

Fransa 1984: Platini'nin Turnuvası

Fransa Milli Takımı, son 20 yılın en başarılı ve istikrarlı takımlarından belki de ilki... Son yıllarda yaptıkları atılımlarla Dünya Futboluna sayısız genç futbolcuyu kazandırarak, futbolcu yetiştiriciliğindeki önder futbol ülkesi olmayı başaran Fransa, özellikle modern futbolu ihtiyacı olan atletizmi, oyun görüşü ve oyun aklı ile birleştiren oyun anlayışına uygun futbolcular yetiştirdiler, bu sayede de üst üste turnuva başarıları elde ettiler. 1998 Dünya Kupası ile başlayan 26 yıllık süre içerisinde, girdikleri 14 turnuvada 2 Dünya Kupası ve 1 Avrupa şampiyonluğu yaşadılar. Bunun dışında 2 Dünya Kupası finaline ve 1 Avrupa Şampiyonası finaline de adını yazdıran Fransa, bu süreçte Zinedine Zidane, Thierry Henry, Marcel Desailly, Franck Ribery, Karim Benzema, Didier Deschamps, Patrick Vieira, Antoine Griezzman gibi oyuncuların dışında, son jenerasyonun lider oyuncuları Kylian Mbappe, Aurelien Tchouameni, Eduard Camavinga gibi oyuncuları da Dünya futboluna kazandırdılar. Çok ...

"Bir Kupa Hocası": Simone Inzaghi

Dünya futbol tarihinde bazı teknik adamlar ucu kupaya giden turnuva yollarını diğerlerinden iyi yürürler. Bu teknik adamların kilit özelliklerini reaksiyon becerisi ve soğukkanlılık olarak nitelemek mümkündür. Özellikle çift ayaklı elemelerde 90 dakika üzerine kurgulanan plan kadar, 180 dakikalık yapılan bir program da takımı başarıya götürebilir. Özellikle elinizde beklentilerin nispeten düşük olduğu kulüpler olduğunda, eşleşmeleri kazanmaya dair pragmatik ve akılcı çözümler sizi başarıya götürüyor. Bunun en önemli örneklerinden biri de, bu sezon Şampiyonlar Ligi finaline uzanan Inter. En son 2010/11 sezonunda Son 16 turunun ötesini gören Inter, geçtiğimiz 12 sezona bir de UEFA Avrupa Ligi finali sığdırmış olsa da, 2009/10 sezonunda Mourinho önderliğinde yaşadıkları peri masalını tekrarlama noktasında yetersiz kalmışlardı. 2018 ve 2021 yılları arasındaki o üç sezonda değil Kupa 1'de ilerleme kaydetmek, gruptan çıkmayı bile başaramamışlardı. 2021 yılında Antonio Conte...