Ana içeriğe atla

Suudi Arabistan Çılgınlığı

 


Ocak ayında Ronaldo Suudi ligine katıldığında bunun aslında kendisi için bir final olduğu düşüncesi yerleşmişti her futbolseverin zihninde. Belki işin bu yönüyle haklıydı tüm bu insanlar, zira tüm futbol kariyerini Avrupa'da üst düzey takımlarda geçirmiş, yarışmacı olmayı temel prensip haline getiren bir futbolcu böylesi bir kararı ancak ve ancak kariyerinin sonunda verebilirdi. Yaşını ve kendisini oynatmak için talep edeceği maaşı da denkleme katınca, artık Avrupa'da yer bulmakta zorlanacağı da dillendirilen bir gerçekti. Dediğim gibi işin bu yönüyle ilgili söylenecek söz yok, ancak atladığımız nokta Ronaldo için son olarak nitelendirilen hikayenin daha önemli bir üst başlığı olduğuydu. Ronaldo'nun Al-Nassr'a transferi Cristiano için ne kadar büyük bir son ise, bu transferi içinde bu sondan daha mühim, daha çarpıcı ve daha hikayesi olan bir başlangıç vardı. Bu başlangıç Suudi Arabistan futbolunun değişiminin başlangıcıydı... 

Ronaldo geldiği ilk günlerde bu lig için uzun vadeli ve bir hayli iddialı cümleler sarfediyordu. ''Bu lig günün birinde ilk 10 lig arasında olacak'' gibi cümleleri o gün itibariyle Ronaldo'nun tuzlu sözleşmesinin sonucunda söylemek durumunda kaldığı cümleler gibi duruyordu. Zira Suudi futbolu, böylesi cümleler için nispeten zayıf bir konumdaydı. 1950'lere dayanan Suudi futbol tarihi, bu yıllarda düzenlenen organizasyon bilincinden bir hayli uzak, düzensiz ve lokal yapıdaki futbol turnuvalarıyla başlamıştı. Bunu beklemek de doğaldı zira, Suudi Arabistan krallığı dahi bölgesel yönetimlerin 1932'de birleşmesi sonucunda oluşmuş, otokratik bir sisteme dayalıydı. 1957'de sistematikleşen Kral Kupası formatı da, ülkeyi oluşturan 5 bölge olan El Hasa, Hicaz, Necd, Rubü'l-Hali ve Şemmar'dan takımların oluşturduğu lokal elemelere dayalıydı. Nitekim bu düzensiz futbol organizasyonlarının 1976'da Suudi Pro Ligi adıyla birleşmesinin sonucunda 8 takımlı, ilk Suudi ligi kuruldu.
Aynı dönemde kurulan 2.,3. ve 4. seviye liglerin yanısıra Prens Faisal bin Fahd'ın adını taşıyan U-21 ligleri de Suudların bu dönem futbol adına attıkları ilk adımlardı. 8 takımla başlayan lig önce 10 takıma, sonra 80'lerin ortasında 12 takıma çıktı. Bu yıllar Suudi futbolu için altın yılların başlangıcıydı, zira Suudi Arabistan miili takımı 1984 ve 1988 AFC Asya Kupası'nı kazandı, 1992'de sonraki adıyla FIFA Konfederasyon Kupası olacak olan Kral Fehd kupalarının ilkinde Riyad'ta ev sahipliği yaptı ve final oynadı, ardından 1994 Dünya Kupası'nda gruplardan çıkmayı başardı. 1994'le beraber Dünya Kupası bağlamında bir zinciri kıran Suudi Arabistan milli takımı, her ne kadar 1994'te olduğu kadar başarılı olmayı hiç başaramadıysa da 1998, 2002 ve 2006 Dünya Kupalarına da katılma başarısı gösterdi. 2004 yılında FIFA milli takımlar sıralamasında 21. sıraya kadar yükselme başarısı gösteren Suudi Arabistan'da, paralelinde kulüpler bazında da başarılar söz konusuydu. Halen AFC Şampiyonlar Ligi'nin en başarılı takımı Al-Hilal olurken, Al-Ittihad, Al-Ahli ve Al-Nassr da bu turnuvayı kazanan takımlar olmuşlardı. 2000'li yıllardan itibaren bu Asya'nın en üst seviye ligine en çok takım gönderen lig, buna rağmen ülkenin sahip olduğu zenginliği ve genç nüfusu henüz tam anlamıyla bir futbol ülkesine dönüştürememişti, dahası tüm yarımadada da bu ligler kariyerli ve yaşlı futbolcuların uğrak yeri olmaktan öteye gidememişti.

Peki bu bağlamda bir kırılma noktası olmayacak mıydı? Elbette ki olacaktı. Bildiğimiz üzere bölgenin tüm zenginliği yeraltı kaynaklarına dayanıyor. 19. yüzyılın sonuna değin inci başta olmak üzere mücevheratın, bu yüzyılın sonundan itibaren ise petrolün başrolünde olduğu bölge ticareti, petrolün hem hammade, hem de enerji kaynağı olarak Dünyada gitgide önem kazanmasıyla devlet aristokrasileri ve Arap oligarkları zenginliklerine zenginlik katmıştı. Ancak her denizin bir sonu vardı. Günümüzde trendini kaybetmemesine rağmen, tartışma konusu olan petrolün geleceği, gelirinin büyük çoğunluğu buna bağlı olan yarımada için bir tehdit unsuru olmaya başladı. İşte tam bu dönemde Arap devletleri finans, turizm alanlarında yaptıkları yatırımlarla yeraltı zenginliğini paralelinde dönüştürülebilir, geleceği olan bir gelire biçimlendirmeyi bir politika haline getirdi. Ancak bu devletlerin daha önemli bazı eksiklikleri vardı. Ülkelerin aristokratik yapıları, ülkede yaşanan insan hakları ihlalleri, dünyanın geri kalanı için cazibe merkezi olmak isteyen devletlerin istediğine ulaşmasına engel teşkil ediyordu. Bu noktada bence yatırım odağını değiştirmekten de öte daha önemli bir faktör olan halkla ilişkilere eğilme önem kazandı. Zira yatırım odağını değiştirerek reel faktörlerden öteye bir sonuç alamazdınız, ancak halkla ilişkiler yatırımları yapmak turizm başta olmak üzere, her alanda yatırımı ülkeye çekmek anlamına geliyordu. Önce Katar, ardından Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler turizm ve halkla ilişkiler adına fonlar kurmaya başladılar. İlk kırılma noktasının ardından, işin futbola dönmesiyse bence Chelsea'nin Abramovich tarafından satın alınmasıyla oldu. Bir Rus oligarkı olan Abramovich Rus yatırımcıların kötü şöhretini kıracak, Mourinho ile başarıdan başarıya koşarken İngiliz taraftarlar tarafında hayli sevilen bir başkan figürüne dönüşecekti. Futbolun bu potansiyelini gören Arap ülkeleriyse boş durmadı. Manchester City'nin satın alınmasının ardından, Paris Saint Germain de satın alındı ve 2010'lu yıllar bu dip dalganın futbolu tamamen değiştirmesiyle futbolun geldiği nokta hepimizin takdiri. 2022 Dünya Kupası'nı da organize eden ve işin tüm tartışmalı yönüne rağmen konuşulacak çok hikayesi olan bir organizasyon çıkaran Katarlılar günümüze değin Arap yarımadasında bu işin lokomotifi konumundaydı ancak yazımızın konusu olan noktaya gelelim. Suudiler bu işe ne zaman girmeye karar verdi?

Suudilerin futbol yatırımlarının ilki 2013 yılında Prens Abdullah tarafından yapılıyor. Dönemin spor organizasyonlarından sorumlu bakanı olan Abdullah, o yıllarda Sheffield United'ı satın alıyor. Devamında Belçika'dan Beerschot, Hindistan'da Kerala, Birleşik Arap Emirlikleri'nden Al-Hilal United ve Fransa'dan LB Chateauroux takımlarını satın alan Abdullah, bu yatırımlardan en önemlisi olan Sheffield'la Premier Lig'e kadar yükselmeyi başardı. Bu Avrupa'da yapılan yatırım bir deneme gibiydi, Suudilerin devlet nezdinde bunu bir politika olarak kabul etmesi ve pozitif adımlar atmasının başlangıcıysa 2022 yılıydı. Newcastle United'ı satın alan Suudi Arabistan Başbakanı ve veliaht prensi Muhammed bin Selman, futbola verdiği önemle bilinen birisiydi. Futbolun potansiyelini biliyordu ve buradaki adımlarını da buna göre atıyordu. Newcastle United'ta da har vurup harman savurmak noktasında acele etmeden, kulübü antipatikleştirmeden akıllıca yatırımlarla nitekim 2023 yılında takımını Şampiyonlar Ligi'nde yer almaya hak kazandırmıştı. Profesyonellerle çalışıyordu ve idareyi profesyonelce yapıyordu. Bu birinci hareketliliğin ardından, ikinci önemli nokta Suudi Arabistan Milli Takımı'nın Dünya Kupası performansı oldu. Arjantin'i gruplarda 2-1 yenen takım ülkede öyle bir heyecan yaratmıştı ki, artık bir anlamda Suudi futbolu rüzgarı sırtına almıştı. Yatırımları ülkede sıklaştırmanın zamanı gelmişti ve devlet artık yüzünü Suudi Pro Ligi'ne dönecekti. Ronaldo bu işin yüzü ve temsilcisi olacaktı. Ronaldo'nun Aralık ayındaki transferinin hemen ardından 23 Ocak 2023 tarihinde geçmişinde Nike, Manchester City, UFC gibi sportif organizasyonların CEO'luğunu yapmış olan Garry Cook SPL'nin icra kurulu başkanlığı ve CEO'luğuna getirdi. Haziran ayındaysa önce Suudi devletinin yatırım fonu SPL'nin en önemli 4 takımı Al-Hilal, Al-Nassr, Al-Ittihad ve Al-Ahli'yi, Suudi petrol devi Aramco'ysa Al Qadsia'yı satın aldı. Bu satın alımların en önemli noktası artık Arap takımları için bir bütçe sınırının olmayışıydı. Benzema ve N'Golo Kante transferlerini astronomik maaşlarla bitiren Arap kulüpleri, bunun yanında Kalidou Koulibaly, Edouard Mendy, Bernardo Silva, İlkay Gündoğan, Saul, Marcelo Brozovic, Busquest, Zaha ve Neymar gibi oyuncuları da kadrolarına dahil etmek için çalışıyorlar. Ronaldo'nun o gün ifade ettiği söz ise, bugün itibariyle gerçekleşmesi muhtemel bir şeye dönüştü. Artık bu projenin adı: ''Saudi Vision 2030.''

Gelelim bu işin geleceğine... Bu işin gideceği yerin iki ihtimali var. Birisi bu işin olumlu bir yöne gidip, Suudi Arabistan'ın hedef gösterildiği gibi Dünya'nın en önemli 10 liginden biri olması ihtimali. Bu ihtimali güçlendiren en önemli faktör para faktörü. Başlarda yönünü kariyerinin sonundaki oyuncularına döndürdü gibi görünse de, Arap kulüpleri Ruben Neves gibi kariyerinin başları ve ortalarında olan oyuncular için de bir cazibe merkezine dönüşebilir. Zira mevzubahis paralar, pek çok oyuncunun kariyeri boyunca görmesi çok zor paralar. Ancak Suudiler ne kadar parasal bağlamda üstün olsalar da, Suudi Arabistan'ın yaşamsal faktörler bağlamındaki kötü şöhreti bir günde silinemez. Ülkedeki katı kurallar da cabası. İşte tam da bu noktada halkla ilişkiler faktörünü, eylemle birleştirmek devreye giriyor. Arap kulüpleri bu işi ciddiye alıp devamlılığını düşünüyorsa, bu ilk dalgayı bir altyapı atılımına dönüştürmek, şehirlerinin içinde futbolcuların yaşam alanlarını onlara göre dizayn etmek zorundalar. Uzun vadede bunu bir fırsata çevirmek, ortadoğu ve doğru projeyle Avrupa'ya uzanan bir yetenek keşif havzasını Suudi Arabistan ligine çekmek kısa vadede yapılan yatırımları bugün zikredildiği gibi UEFA'ya kabule dönüştürebilecek vizyoner bir faaliyet olacaktır. Ancak bu yapılan yatırımlar harcanan paralar ve getirilen isimlerden ibaret ise, elimizdeki Çin örneğinden feyz alabiliriz. Kısa süreli bir çılgınlıktan öteye geçemez ki, bu da bizim bu işin ikinci ihtimali olan başarısızlığa götürüyor. Kısa süreli demişken; bu işin kısa vadede en zararlı olacağı yer ise, bizim gibi gelişmekte olan futbol ligleri olacaktır. Artık Avrupa'daki rekabet ortamında çekilen yıldız oyuncuları liglerimize getirmek eskisi kadar kolay olmayacak. Bu en büyük zararı bir yarara dönüştürmek ise, bu işin bilimine yönelerek, maliyeti en düşük kazanımı en yüksek olan Scouting ve altyapı atılımlarını futbolumuzun temel bir değeri haline getirmek. Aksi takdirde her geçen gün futboldaki etkisini arttıran sermaye faktörü gelişimin önünde engel olacak ve mücadele etmek için hiçbir gücümüz olmayacak.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vincenzo Montella Mucizesi

Milli takım teknik direktörlüğü koltuğu, futbolun her döneminde o koltukta oturan kişi için ağırlık teşkil eden bir koltuk olmuştur. Bir bayrağı temsilen o koltukta bulunmanızla başlayan süreç, kulüp takımı görevinin görev kapsamından bağımsız pek çok zorluğu beraberinde barındırır. Milli takım görevi, Dünya futbolunda geçmişten beri tecrübesi yeterli ve insani becerileri gelişmiş, kulüp takımlarındaki özgeçmişi geçerli kişilere verilirdi. Kulüp takımları bazında beklentilerini yerine getirmiş, amiyane tabirle bu bağlamda kramponlarını asmış isimler Milli takımlar dünyasına giriş yapar, bu görevi kendileri için yeni bir meydan okuma olarak görürlerdi. Bu meydan okumanın, bu görevin ağırlığıyla eşleştiği temel nokta, kendini kanıtlamış isimlerin bir ülke futbolu yönetilirken bu ağırlığı daha kolay süspanse edebilecek isimler olmalarıydı. Zira kadroya dahil edilecek isimlerden tutun, ortaya konulacak oyun fikri, alınan sonuçlar ve bunun benzeri pek çok husus hem bulunulan ülk...

Fransa 1984: Platini'nin Turnuvası

Fransa Milli Takımı, son 20 yılın en başarılı ve istikrarlı takımlarından belki de ilki... Son yıllarda yaptıkları atılımlarla Dünya Futboluna sayısız genç futbolcuyu kazandırarak, futbolcu yetiştiriciliğindeki önder futbol ülkesi olmayı başaran Fransa, özellikle modern futbolu ihtiyacı olan atletizmi, oyun görüşü ve oyun aklı ile birleştiren oyun anlayışına uygun futbolcular yetiştirdiler, bu sayede de üst üste turnuva başarıları elde ettiler. 1998 Dünya Kupası ile başlayan 26 yıllık süre içerisinde, girdikleri 14 turnuvada 2 Dünya Kupası ve 1 Avrupa şampiyonluğu yaşadılar. Bunun dışında 2 Dünya Kupası finaline ve 1 Avrupa Şampiyonası finaline de adını yazdıran Fransa, bu süreçte Zinedine Zidane, Thierry Henry, Marcel Desailly, Franck Ribery, Karim Benzema, Didier Deschamps, Patrick Vieira, Antoine Griezzman gibi oyuncuların dışında, son jenerasyonun lider oyuncuları Kylian Mbappe, Aurelien Tchouameni, Eduard Camavinga gibi oyuncuları da Dünya futboluna kazandırdılar. Çok ...

"Bir Kupa Hocası": Simone Inzaghi

Dünya futbol tarihinde bazı teknik adamlar ucu kupaya giden turnuva yollarını diğerlerinden iyi yürürler. Bu teknik adamların kilit özelliklerini reaksiyon becerisi ve soğukkanlılık olarak nitelemek mümkündür. Özellikle çift ayaklı elemelerde 90 dakika üzerine kurgulanan plan kadar, 180 dakikalık yapılan bir program da takımı başarıya götürebilir. Özellikle elinizde beklentilerin nispeten düşük olduğu kulüpler olduğunda, eşleşmeleri kazanmaya dair pragmatik ve akılcı çözümler sizi başarıya götürüyor. Bunun en önemli örneklerinden biri de, bu sezon Şampiyonlar Ligi finaline uzanan Inter. En son 2010/11 sezonunda Son 16 turunun ötesini gören Inter, geçtiğimiz 12 sezona bir de UEFA Avrupa Ligi finali sığdırmış olsa da, 2009/10 sezonunda Mourinho önderliğinde yaşadıkları peri masalını tekrarlama noktasında yetersiz kalmışlardı. 2018 ve 2021 yılları arasındaki o üç sezonda değil Kupa 1'de ilerleme kaydetmek, gruptan çıkmayı bile başaramamışlardı. 2021 yılında Antonio Conte...