Ana içeriğe atla

Manchester City 1-0 Inter: Özlem ve İstek


Şampiyonlar Ligi finalini en iyi tanımlayacak iki kelime bence özlem ve istek olurdu. Bir tarafta teknik direktöründen oyuncusuna, bu duyguyu daha önce tatmış olanından, tatmamış olanına bu kupaya özlem duyan, daha önce çok yaklaşmış olduğu kupayı eksik parça olarak gören bir Manchester City vardı. Diğer taraftaysa, özellikle final maçına yansıttıkları kupaya uzanma isteğiyle, denedikçe deneyen, maça tutunmaya ve son saniyeye kadar mücadele etmeye gayret eden bir Inter vardı. Bu iki duygu da bir takımı doğru şartlar altında başarıya götürebilecek, bu bir grup insanı körükleyebilecek duygulardı ancak bu kupaya uzanabilecek olan yalnızca bir taraftı. Bu taraf İstanbul'daki finalde Manchester City oldu.

Kadro tercihlerine ve oyun düzlemlerine göz atmak gerekirse, Manchester City her zaman sahip olduğu oyun derinliğini güçlendirecek bir şekilde neredeyse 6 tane oyuncunun ikinci bölgede kalabalık oluşturduğu 3-2-4-1'e benzer bir oyun anlayışıyla sahaya çıktı. Bence En çarpıcı nokta, maçın çeşitli noktalarında da hücum organizasyonunda derinde oyun kurucu rolünde olan, zaman zaman da alıp giden ve derin paslar atan John Stones'un Rodri'yle tandemiydi. İşin Inter yönüne bakmak gerekirse, Inzaghi her zamanki tercihlerine yakın bir kadroyla sahaya çıktı. Kadro tercihlerinden Pep Guardiola'nın Inzaghi'ye karşı üstün olduğu nokta, rakibinin orta saha direncini kırabilecek bir yoğunlukta, kalabalık ve teknik kapasitesi yüksek bir orta saha hattıyla sahaya çıkmasıydı. Ayrıca Rodri ve Stones'tan oluşan hat, gerek Dias ve Ake, gerekse Dias ve Akanji'nin arasına girerek Dumfries ve Dimarco'nun çizgiye inmesine, oluşabilecek boşluğu değerlendirmesine engel oldu.

İlk yarıda tempo düşüktü, ancak zaman zaman yükselen tempoda da orta sahada bir üstünlük savaşı söz konusuydu. Her iki takımın savunmasının da daha temkinli ve kompakt kaldığı ilk yarıda Haaland'ın derinde buluştuğu ve Onana'nın kurtardığı top dışında net bir büyük şanstan bahsetmek zordu. Kevin De Bruyne'ün 36. dakikada sakatlanması Manchester City'e yaratıcılık anlamında bir zaafiyet yarattığını söylemek gerekiyor, ancak Phil Foden'ın bu boşluğu doldurmak konusunda o kadar yetersiz kaldığını düşünmüyorum. Bunun dışında Inter adına fark yaratan isimler bence Barella ve Dumfries'di. Ake'nin ön alanda kaldığı ve boşluk oluşturduğu dakikalarda buradan derine inme fırsatı bulan Dumfries, bunları efektifliğe dönüştüremese de, Inter'in yegâne hücum aksiyonlarının baş aktörüydü. Barella'nın da Manchester City'nin kalabalık orta sahasına karşı ayakta kalabilen ve Hakan'ın hücuma dönük oyununun dönüşlerde yarattığı boşluğu kapatan bir rol üstlendiğini düşünüyorum.

Gelelim ikinci yarıya. İkinci yarının başında da takımlar daha temkinli ve belli bir dizilişe bağlıydı. Manchester City'nin bu dakikalarda daha çok topa sahip olan ve hücum eden taraf olduğunu söylemek mümkündü. Özellikle 60. dakikadan itibaren momentumu tam anlamıyla eline alan ve hücumda çoğalan City, art arda denemelerin meyvesini 68. dakikada aldı. Çok oyuncuyla Inter kalesinde ve cepheden konumlanma fırsatı bulan City, kenardan içeriye indirdiği topta Rodri'yi boş bırakma fırsatı buldu. Inter'in savunmasının burada birebirde gözardı ettiği Rodri, herkesin birebir eşleşmeyle uğraşıp boşalttığı cepheden köşeyi çok güzel gördü ve durumu 1-0'a getirdi. Bu dakikadan itibaren Inter'in oyuna bariz bir üstünlüğü söz konusuydu. Topun kontrolünü iyice eline alan ve sık sık pozisyonlara giren Inter, Lukaku'nun aktörü olduğu pek çok hücumu verimli değerlendiremedi. Bugün Lukaku'nun pozisyon sezilerinin takıma fayda sağladığını söyleyebiliyor olsam da, Lukaku'nun son vuruşlardaki eksikliği en az o katkı kadar zarar verdi. Dzeko'nun sakatlığının da Inter adına buradaki olumsuz etkisinden bahsetmeden olmaz, zira Inter'in yarattığı pozisyonların çoğu ceza sahası içerisindeydi ve Dzeko, Inter'in bu hücum formundaki en etkili silahıydı. Dört tane ciddi hücum tehlikesi yaratan Inter'e karşı hepsinde başarılı olan Ederson, bugün Rodri'nin iyi performansı ve golünün yanına, kupaya uzanan finaldeki en önemli etkenlerden birisi oldu. Özellikle 80'li dakikaların sonu ve uzatmaların çok heyecanlı geçtiği maç City'nin kupaya uzanmasıyla sonuçlandı.

Başta söylediğim iki anahtar kelime özlem ve istek. Manchester City, yıllardır kavuşmayı beklediğini ve kavuşacağını bildiği bir kupaya uzandı. Bu uzanabilecek olmaya olan güven bence onları Inter'den önde tutan faktördü. Bu özgüvenden beslenerek tüm bir takımla hücuma çıktılar, risk aldılar ve risklerinin sonucunu aldılar. Öte yandan Inter, isteğini sahaya yansıttı, özellikle son dakikalarda asla momentumu elinden bırakmadı. Bugün sonuçsuz oldu ancak Simone Inzaghi'nin kendisiyle ilgili son yazdığım yazıda bahsettiğim kupa hocalığı ve bu isteği yansıtma becerisi elbet bir gün bir klasmanda sonucunu verecektir. Pep Guardiola ise günümüzün en büyük hocası olduğu apoletini bir kez daha cilaladı.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vincenzo Montella Mucizesi

Milli takım teknik direktörlüğü koltuğu, futbolun her döneminde o koltukta oturan kişi için ağırlık teşkil eden bir koltuk olmuştur. Bir bayrağı temsilen o koltukta bulunmanızla başlayan süreç, kulüp takımı görevinin görev kapsamından bağımsız pek çok zorluğu beraberinde barındırır. Milli takım görevi, Dünya futbolunda geçmişten beri tecrübesi yeterli ve insani becerileri gelişmiş, kulüp takımlarındaki özgeçmişi geçerli kişilere verilirdi. Kulüp takımları bazında beklentilerini yerine getirmiş, amiyane tabirle bu bağlamda kramponlarını asmış isimler Milli takımlar dünyasına giriş yapar, bu görevi kendileri için yeni bir meydan okuma olarak görürlerdi. Bu meydan okumanın, bu görevin ağırlığıyla eşleştiği temel nokta, kendini kanıtlamış isimlerin bir ülke futbolu yönetilirken bu ağırlığı daha kolay süspanse edebilecek isimler olmalarıydı. Zira kadroya dahil edilecek isimlerden tutun, ortaya konulacak oyun fikri, alınan sonuçlar ve bunun benzeri pek çok husus hem bulunulan ülk...

Fransa 1984: Platini'nin Turnuvası

Fransa Milli Takımı, son 20 yılın en başarılı ve istikrarlı takımlarından belki de ilki... Son yıllarda yaptıkları atılımlarla Dünya Futboluna sayısız genç futbolcuyu kazandırarak, futbolcu yetiştiriciliğindeki önder futbol ülkesi olmayı başaran Fransa, özellikle modern futbolu ihtiyacı olan atletizmi, oyun görüşü ve oyun aklı ile birleştiren oyun anlayışına uygun futbolcular yetiştirdiler, bu sayede de üst üste turnuva başarıları elde ettiler. 1998 Dünya Kupası ile başlayan 26 yıllık süre içerisinde, girdikleri 14 turnuvada 2 Dünya Kupası ve 1 Avrupa şampiyonluğu yaşadılar. Bunun dışında 2 Dünya Kupası finaline ve 1 Avrupa Şampiyonası finaline de adını yazdıran Fransa, bu süreçte Zinedine Zidane, Thierry Henry, Marcel Desailly, Franck Ribery, Karim Benzema, Didier Deschamps, Patrick Vieira, Antoine Griezzman gibi oyuncuların dışında, son jenerasyonun lider oyuncuları Kylian Mbappe, Aurelien Tchouameni, Eduard Camavinga gibi oyuncuları da Dünya futboluna kazandırdılar. Çok ...

"Bir Kupa Hocası": Simone Inzaghi

Dünya futbol tarihinde bazı teknik adamlar ucu kupaya giden turnuva yollarını diğerlerinden iyi yürürler. Bu teknik adamların kilit özelliklerini reaksiyon becerisi ve soğukkanlılık olarak nitelemek mümkündür. Özellikle çift ayaklı elemelerde 90 dakika üzerine kurgulanan plan kadar, 180 dakikalık yapılan bir program da takımı başarıya götürebilir. Özellikle elinizde beklentilerin nispeten düşük olduğu kulüpler olduğunda, eşleşmeleri kazanmaya dair pragmatik ve akılcı çözümler sizi başarıya götürüyor. Bunun en önemli örneklerinden biri de, bu sezon Şampiyonlar Ligi finaline uzanan Inter. En son 2010/11 sezonunda Son 16 turunun ötesini gören Inter, geçtiğimiz 12 sezona bir de UEFA Avrupa Ligi finali sığdırmış olsa da, 2009/10 sezonunda Mourinho önderliğinde yaşadıkları peri masalını tekrarlama noktasında yetersiz kalmışlardı. 2018 ve 2021 yılları arasındaki o üç sezonda değil Kupa 1'de ilerleme kaydetmek, gruptan çıkmayı bile başaramamışlardı. 2021 yılında Antonio Conte...