Ana içeriğe atla

Galatasaray 1-3 Bayern Münih: "Şampiyonlar Ligi Seviyesinde Bir Oyun"

Galatasaray, Bayern Münih'e karşı oynanabilecek en iyi ilk yarılardan birini oynadığı maçta 3-1 mağlup oldu. Bu sonucun ardından karalar bağlamamak gerektiği kesin, çünkü sahada Galatasaray'ın ortaya koyduğu oyun, sürdürülebilirlikle birleştiği takdirde Avrupa futbolu ile açılan o makasın daralabileceğine işaret eden, bizleri umutlandıran bir oyundu. Dile kolay, oyunu 45 dakika boyunca rakip yarı alana yıkacaksınız, bu 45 dakikalık aksiyonun %36'sını üçüncü bölgede alacaksınız, tam saha baskıyla ve %54'lük topa sahip olma oranıyla rakibinizin 6 katı gol beklentisi yaratacaksınız... Pek çok Galatasaraylının ve futbolseverin hayalinde bile göremeyeceği bir oyun üstünlüğünü bizlere izletti sahadaki takım.

İlk yarıdaki oyun üstünlüğünün en önemli noktası, Galatasaray'ın Bayern Münih'in geçiş hücumlarını alan savunmasıyla kitlemesiydi. Bayern Münih'in dinamik orta sahasına karşı dirayetli durmayı başaran Torreira ve Kaan, bu bağlamda Galatasaray'ın üstünlüğündeki önemli etkenler oldular. Oyuna hızlı başlayan Galatasaray gole kadar olan 8 dakikalık bölümde tüm bir bloğuyla Bayern Münih'in pas kanallarını kapatan, birinci bölgeden geçişte rakibini kenarlara iten bir görüntü sergiledi. Bayern Münih'in kadro kalitesi hepimizin takdiri, nitekim buldukları pozisyonu değerlendirmek konusunda da bizleri şaşırtmadılar. Ancak buna rağmen Galatasaray kalibresine yakışır bir reaksiyon gösterdi Bayern Münih'e karşı. 1-0'dan 30. dakikadaki gole değin süren bölümde merkezinde Kerem Aktürkoğlu'nun olduğu hücum aksiyonlarında sürekli olarak Bayern Münih'in defans hattını meşgul etti. Icardi'nin takdire şayan bir özgüven gösterdiği penaltı golünün ardından da bu tempo ve oyun 45 dakikaya homojen bir şekilde yayıldı. Okan hocanın temel planı oyunun temposunun düşmemesini ve Bayern Münih'in çizilmiş bir set üzerinden Galatasaray kalesine gelmemesini sağlamaktı ki; ilk 45 dakikada bunda da başarılı olduğunu söylemek gerekiyor. 

Ancak topun ne denli nankör olduğu, futbolun da gösterilen çabanın meyvesini her zaman vermediğini hatırlatan bir ikinci yarı bizleri bekliyordu. Liverpool'un Villarreal'i El Madrigal'de 3-2'yle geçip Şampiyonlar Ligi finaline uzandığı maçı hatırlarsınız. Villarreal çok büyük bir özgüvenle top oynamış, ilk yarıyı ve ikinci yarının ilk dakikalarını kapsayan 50 dakikalık bir bölümü sürklase etmiş, 2-0'lık bir üstünlük yakalamıştı. Ancak Villarreal'in 50 dakikaya esnettiği bu üstün oyun Liverpool temposu ve kalitesi karşısında dakikalar içerisinde erimiş ve oyunu eline alan Liverpool maçı çevirmişti. Bu maçta yaşanan şey en basit dille Villarreal'in nefesinin yetmediği bir nefes tutma yarışmasıydı. Böylesi büyük takımlara karşı oyun homojenliğini sağlayabildiğiniz ve bunu skora yansıttığınız takdirde unutulmaz peri masallarının kahramanları oluyorsunuz. Ancak bugün takdir ettiğimiz, "what if"lerin konusu yaptığımız Villarreal takımı o gün itibariyle bunu yaşayamamıştı. Galatasaray'ın başına geleni de biraz buna benzettim. Futbol 11 kişiyle oynanan ve oyun sürekliliği talep eden bir spor ve Bayern Münih gibi takımlara karşı oynuyorsanız saha içerisinde en zayıf halkanız bile %100 konstantrasyonu, saha içi becerileriyle birleştirmek zorunda. Galatasaray ikinci yarının başında bu konstantrasyon eksikliğini çok net bir şekilde hissettirdi. Girilen pozisyonlar da oldu ancak özellikle defansif geçişlere aynı tempo yansıyamadı. Özellikle 60. dakika ile 73. dakika arasında Galatasaray ikinci bölgede bir hayli geçirgen bir görüntü sergiledi. Golün de gelmesiyle beraber oyun dönülmez bir noktaya doğru sürüklendi ve nitekim Bayern Münih de bu düşüşü affedecek bir takım değildir. 73 ve 79'da gelen gollerle sonuca gittiler ve maçı 3-1 kazandılar.

Bireysel performanslara geçmeden önce Okan hocanın oyuna müdahalelerinden bahsetmek gerekiyor. Her ne kadar iyi bir oyun etütü ortaya koysa da, Kazımcan-Zaha kenarını yenilemek ve Tete'yi oyundan çıkarmak noktasında çok geç kaldı. Bayern Münih oyunun büyük bölümünde bu bölgeden hücum aksiyonu aldı. Dahası, Kazımcan'ın yarattığı defansif zaafiyet, Zaha'nın diyagonal koşu yapacak bir koridor bulmasına ve Galatasaray'ın maç boyunca yaşadığı bitiricilik sıkıntısını Zaha gibi bir kaliteyle çözmesine de engel teşkil etti. Sonrasında sağ kanada geçen Zaha, bu kez Alphonso Davies ile eşleşti ve Davies'e karşı fiziksel üstünlük kuramadı. Ayrıca oyunu kenardan işletme noktasında çok sıkıntı çeken bir Galatasaray vardı ve bunu Ziyech gibi kenardan top dağıtan ve merkeze yakın oynayan bir oyuncuyla çözmek de mümkündü. Hoca Ziyech hamlesini yapmak konusunda da geç kaldı. Yine de Okan hocayı böylesi bir maçın ardından suçlu bulmak yanlış olacaktır. Diğer bireysel performanslara geçildiğinde, Torreira ve Abdülkerim'e parantez açmak gerekiyor. Torreira özellikle Kaan'la oluşturduğu tandemde Bayern Münih'in orta alandan bloğu aşmasına engel olan en önemli isimdi. Abdülkerim de bugün günündeydi, Galatasaray'ın savunmada az yakalandığı pozisyonlarda kritik müdahelerde bulundu. Davinson ve Sacha da günündeydi, çok fazla top kestiler ve özellikle Davinson Sanchez birebir eşleşmede uzunca bir süre Kane'in etkinliğini minimize etti. Kerem Aktürkoğlu iyi bir performans sergiledi, karar mekanizmasının yetersiz kaldığı pozisyonlar olsa da, Galatasaray'ın üçüncü bölgede nicel üstünlüğü sağlaması noktasında etkisi büyüktü. Tüm oyuncuları sonucun burukluğu ile birlikte tebrik etmek gerekiyor, zira özellikle ilk 45 dakikada oynanan bu oyun, takımın şampiyonlar ligi seviyesinde bir futbol oynadığına işaret. Önümüzdeki maçlar için umutluyum ve bu oyun seviyesinin skora yansımalarını görmeyi temenni ediyorum.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vincenzo Montella Mucizesi

Milli takım teknik direktörlüğü koltuğu, futbolun her döneminde o koltukta oturan kişi için ağırlık teşkil eden bir koltuk olmuştur. Bir bayrağı temsilen o koltukta bulunmanızla başlayan süreç, kulüp takımı görevinin görev kapsamından bağımsız pek çok zorluğu beraberinde barındırır. Milli takım görevi, Dünya futbolunda geçmişten beri tecrübesi yeterli ve insani becerileri gelişmiş, kulüp takımlarındaki özgeçmişi geçerli kişilere verilirdi. Kulüp takımları bazında beklentilerini yerine getirmiş, amiyane tabirle bu bağlamda kramponlarını asmış isimler Milli takımlar dünyasına giriş yapar, bu görevi kendileri için yeni bir meydan okuma olarak görürlerdi. Bu meydan okumanın, bu görevin ağırlığıyla eşleştiği temel nokta, kendini kanıtlamış isimlerin bir ülke futbolu yönetilirken bu ağırlığı daha kolay süspanse edebilecek isimler olmalarıydı. Zira kadroya dahil edilecek isimlerden tutun, ortaya konulacak oyun fikri, alınan sonuçlar ve bunun benzeri pek çok husus hem bulunulan ülk...

Fransa 1984: Platini'nin Turnuvası

Fransa Milli Takımı, son 20 yılın en başarılı ve istikrarlı takımlarından belki de ilki... Son yıllarda yaptıkları atılımlarla Dünya Futboluna sayısız genç futbolcuyu kazandırarak, futbolcu yetiştiriciliğindeki önder futbol ülkesi olmayı başaran Fransa, özellikle modern futbolu ihtiyacı olan atletizmi, oyun görüşü ve oyun aklı ile birleştiren oyun anlayışına uygun futbolcular yetiştirdiler, bu sayede de üst üste turnuva başarıları elde ettiler. 1998 Dünya Kupası ile başlayan 26 yıllık süre içerisinde, girdikleri 14 turnuvada 2 Dünya Kupası ve 1 Avrupa şampiyonluğu yaşadılar. Bunun dışında 2 Dünya Kupası finaline ve 1 Avrupa Şampiyonası finaline de adını yazdıran Fransa, bu süreçte Zinedine Zidane, Thierry Henry, Marcel Desailly, Franck Ribery, Karim Benzema, Didier Deschamps, Patrick Vieira, Antoine Griezzman gibi oyuncuların dışında, son jenerasyonun lider oyuncuları Kylian Mbappe, Aurelien Tchouameni, Eduard Camavinga gibi oyuncuları da Dünya futboluna kazandırdılar. Çok ...

"Bir Kupa Hocası": Simone Inzaghi

Dünya futbol tarihinde bazı teknik adamlar ucu kupaya giden turnuva yollarını diğerlerinden iyi yürürler. Bu teknik adamların kilit özelliklerini reaksiyon becerisi ve soğukkanlılık olarak nitelemek mümkündür. Özellikle çift ayaklı elemelerde 90 dakika üzerine kurgulanan plan kadar, 180 dakikalık yapılan bir program da takımı başarıya götürebilir. Özellikle elinizde beklentilerin nispeten düşük olduğu kulüpler olduğunda, eşleşmeleri kazanmaya dair pragmatik ve akılcı çözümler sizi başarıya götürüyor. Bunun en önemli örneklerinden biri de, bu sezon Şampiyonlar Ligi finaline uzanan Inter. En son 2010/11 sezonunda Son 16 turunun ötesini gören Inter, geçtiğimiz 12 sezona bir de UEFA Avrupa Ligi finali sığdırmış olsa da, 2009/10 sezonunda Mourinho önderliğinde yaşadıkları peri masalını tekrarlama noktasında yetersiz kalmışlardı. 2018 ve 2021 yılları arasındaki o üç sezonda değil Kupa 1'de ilerleme kaydetmek, gruptan çıkmayı bile başaramamışlardı. 2021 yılında Antonio Conte...