Ana içeriğe atla

Süper Kupa Olayı Üzerine

Türkiye'de futbol ve spor organizasyonlarının etrafını saran paraya endeksli pragmatizm öyle bir noktaya geldi ki, peşisıra birbirini takip eden amatörlüklerin ardından, en sonunda Millî mücadelemizin önderi, başbuğumuz Mustafa Kemal Atatürk üzerinden dönen bir pazarlığa ve hoş olmayan bir tabloya mahal verdi. Ülkemizin etrafını saran ekonomik huzursuzluk toplum dinamiğine ve akabinde ülkeyi yöneten kademeye yansımış, bu topluma mâl olmuş kurumları parayı birincil prensip haline getiren, bu çarkı döndürmek üzerine kurulu bir yozlaşmaya itmiştir. Vardığımız nokta en nihayetinde hepimize sert bir tokat oldu.

Bu olayı tek bir noktadan ele almak elbette ki pek doğru olmayacaktır. Suudi Futbol Federasyonu daha önce Suudilerin "Project 2030" isimli projesini anlattığım yazıda açıkladığım üzere direkt olarak "yumuşak güç" oluşturma motivasyonundan hareketlenilen bir sistemin kurumsallaşmış şeklidir. Hâliyle bu kurumlara tâbi kalınan her organizasyon da bu propagandanın sınırlarına ve dinamiklerine bağlı kalınmasını bekleyecektir. Bu durum gördüğümüz üzere Cumhuriyetimizin 100. yılını kutladığımız 2023 yılının Süper Lig ve Türkiye Kupası şampiyonlarını, dahası Türkiye'nin en önemli iki camiası Galatasaray ve Fenerbahçe'yi bir araya getiren özel bir organizasyonda da istisnai örnek teşkil etmedi. Şimdi suçlanması gereken, sınırlarında esneklik göstermeyi reddeden Suudi idaresi midir, yoksa özel bir organizasyonunu, marka değerini şartlarını kendisinin belirleyemeyeceği bir şekle sokan Türkiye Futbol Federasyonu mudur? 

İşin bir diğer yönü de futbolda iyiyden iyiye üstünlük kuran para realitesi. Futbolun pahalı dünyasında talep edilen maddi gereklilikleri karşılayabilen herhangi bir otorite futbol üzerindeki bilgisizliği ve gelenekten yoksunluğuna rağmen belirleyici unsur olabiliyor, bu sporun doğasına aykırı olarak üstün olabiliyor. Suudilerin şartları belirlemek noktasında sahip oldukları özgüvenin temel sebebi de bu sporda paraya endeksli oluşan boşluğu doldurma fırsatı. Dün akşam da tam olarak bu zıtlıkların mücadelesine tanıklık etti. Bir taraftan Türk toplumunu birbirine bağlayan, etrafında birleştiren değerler, diğer taraftan para otoritesi. Nihayetinde bizleri sevindiren şey oldu ve Türkiye'nin en önemli iki camiası bu otoriteye karşı geldi. Yazdan beri her istediği futbol yıldızını bünyesine katmakta zorlanmayan, dahası belki de önümüzdeki yıllarda UEFA'dan kabul olmaya gidebileceği düşünülen bir proje sert bir kayaya çarptı. Bu oluşan tablo endüstriyel futbol realitelerine karşı yapılmış küçük ama etkili bir darbeydi. Elbette ki bunun yeni bir dönüşüme yol açmasını beklemek büyük bir hayalperestlik olacaktır, ancak bazı gerçekliklerin her şeye rağmen etkisini sürdürmesi tüm Dünya futboluna bir ders olacaktır.

Son olarak bu yaşananlar bize gösteriyor ki, değerlerimize sahip çıkacak olan, onları yaşatacak olan yine biz Türk halkıyız. Yaşananlara gösterilen irade bir toplumsal tepkinin tezahürüydü ve bunun sarsılmazlığının asla kaybedilmemesi gerekiyor. Yoksa, yıllardır tesis edilen farklı kaygılar önce herkesin gözlerinin görebileceği noktalara, akabinde toplum dinamiğine temas edecek. Bu yalnızca Gazi Mustafa Kemal Atatürk'le sınırlı kalmayacak, sonraları bizi bir araya getiren her gerçekliği sarsmaya kalkacaktır. Umuyorum ki, bizleri biz yapan hiçbir değeri kaybetmeyiz ve sahip çıkılabilecek en üst perdeden sahip çıkarız. Bugün bunları konuşmamıza vesile olan Galatasaray ve Fenerbahçe'ye teşekkür ediyorum.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vincenzo Montella Mucizesi

Milli takım teknik direktörlüğü koltuğu, futbolun her döneminde o koltukta oturan kişi için ağırlık teşkil eden bir koltuk olmuştur. Bir bayrağı temsilen o koltukta bulunmanızla başlayan süreç, kulüp takımı görevinin görev kapsamından bağımsız pek çok zorluğu beraberinde barındırır. Milli takım görevi, Dünya futbolunda geçmişten beri tecrübesi yeterli ve insani becerileri gelişmiş, kulüp takımlarındaki özgeçmişi geçerli kişilere verilirdi. Kulüp takımları bazında beklentilerini yerine getirmiş, amiyane tabirle bu bağlamda kramponlarını asmış isimler Milli takımlar dünyasına giriş yapar, bu görevi kendileri için yeni bir meydan okuma olarak görürlerdi. Bu meydan okumanın, bu görevin ağırlığıyla eşleştiği temel nokta, kendini kanıtlamış isimlerin bir ülke futbolu yönetilirken bu ağırlığı daha kolay süspanse edebilecek isimler olmalarıydı. Zira kadroya dahil edilecek isimlerden tutun, ortaya konulacak oyun fikri, alınan sonuçlar ve bunun benzeri pek çok husus hem bulunulan ülk...

Fransa 1984: Platini'nin Turnuvası

Fransa Milli Takımı, son 20 yılın en başarılı ve istikrarlı takımlarından belki de ilki... Son yıllarda yaptıkları atılımlarla Dünya Futboluna sayısız genç futbolcuyu kazandırarak, futbolcu yetiştiriciliğindeki önder futbol ülkesi olmayı başaran Fransa, özellikle modern futbolu ihtiyacı olan atletizmi, oyun görüşü ve oyun aklı ile birleştiren oyun anlayışına uygun futbolcular yetiştirdiler, bu sayede de üst üste turnuva başarıları elde ettiler. 1998 Dünya Kupası ile başlayan 26 yıllık süre içerisinde, girdikleri 14 turnuvada 2 Dünya Kupası ve 1 Avrupa şampiyonluğu yaşadılar. Bunun dışında 2 Dünya Kupası finaline ve 1 Avrupa Şampiyonası finaline de adını yazdıran Fransa, bu süreçte Zinedine Zidane, Thierry Henry, Marcel Desailly, Franck Ribery, Karim Benzema, Didier Deschamps, Patrick Vieira, Antoine Griezzman gibi oyuncuların dışında, son jenerasyonun lider oyuncuları Kylian Mbappe, Aurelien Tchouameni, Eduard Camavinga gibi oyuncuları da Dünya futboluna kazandırdılar. Çok ...

"Bir Kupa Hocası": Simone Inzaghi

Dünya futbol tarihinde bazı teknik adamlar ucu kupaya giden turnuva yollarını diğerlerinden iyi yürürler. Bu teknik adamların kilit özelliklerini reaksiyon becerisi ve soğukkanlılık olarak nitelemek mümkündür. Özellikle çift ayaklı elemelerde 90 dakika üzerine kurgulanan plan kadar, 180 dakikalık yapılan bir program da takımı başarıya götürebilir. Özellikle elinizde beklentilerin nispeten düşük olduğu kulüpler olduğunda, eşleşmeleri kazanmaya dair pragmatik ve akılcı çözümler sizi başarıya götürüyor. Bunun en önemli örneklerinden biri de, bu sezon Şampiyonlar Ligi finaline uzanan Inter. En son 2010/11 sezonunda Son 16 turunun ötesini gören Inter, geçtiğimiz 12 sezona bir de UEFA Avrupa Ligi finali sığdırmış olsa da, 2009/10 sezonunda Mourinho önderliğinde yaşadıkları peri masalını tekrarlama noktasında yetersiz kalmışlardı. 2018 ve 2021 yılları arasındaki o üç sezonda değil Kupa 1'de ilerleme kaydetmek, gruptan çıkmayı bile başaramamışlardı. 2021 yılında Antonio Conte...