Ana içeriğe atla

İlk Şampiyon: Orak ve Çekiç

Avrupa Şampiyonaları, futbolun anavatanı olan Avrupa ülkelerinin takımlarını bir araya getirmesi itibariyle futbol için daima özel bir turnuva olmuştur. Futbolun en büyük arenası olan Dünya Kupası'nın düzenlenen 22 turnuvasını kazananların 12 tanesinin bu coğrafyadan çıkması da futboldaki Avrupa ağırlığını bir nevi kanıtlar nitelikte. Futbolun doğduğu yer olmasının yanısıra, futbolu hep bir adım öteye taşıyan fikirlerin ve o fikirlerin babalarının da anavatanı olan bu coğrafya, günümüzde de geçmişte olduğu gibi bu ağırlığını sürdürüyor. Buna rağmen Avrupa Şampiyonaları geçmişi, Dünya Kupalarına kıyasla çok daha yeni organize olmuş, çok daha yeni kimlik edinmiş durumda. Aslında 1927 yılında dönemin Fransa Futbol Federasyonu genel sekreteri Henri Delaunay tarafından bu fikir olgunlaştırılmış olsa da, dönemin koşulları neticesinde bu fikrin bir pratiğe dökülmesi 33 yıl sonrasını bulmuştu. Kulüpler bazında 1954 yılında başlayan UEFA turnuvaları geçmişi, 1960'ta ilk kez milli takımlar nezdinde bir turnuvayla yeni bir sayfa açmıştı. Futbolun Dünya'da yeni yeni merkezileştiği yıllarda bu turnuvalar hem oyunun gelişimi anlamında, hem de futbola olan ilginin gelişimi anlamında çok kritik bir yere sahipti. 

Bu yıllar Avrupa coğrafyasında siyasi iklimin de çalkantılı olduğu, kanlı geçen II. Dünya Savaşı'nın yıkımlarının kademe kademe aşılmaya çalışıldığı döneme de denk geliyor. NATO, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği'nin yeni kurulduğu, Almanya'nın Doğu ve Batı olarak ayrıldığı, Soğuk Savaş'ın tam anlamıyla etkisinin hissedilmeye başlandığı, Dünya'da iki süper güce endeksli bir bloklaşmanın meydana geldiği yıllardı. Avrupa Birliği'nin kurulmasını öngören Roma anlaşmasının yapıldığı yıl olan 1958'de organize edilmesine karar verilen 1960 Uluslar Kupası da bir süredir kaybedilmiş olan Avrupa kimliği ve Pro-Avrupacı fikrin futboldaki bir yansımasıydı. Dünya'da halen Cumhuriyetçi fikirler yeni yeni yerleşiyor, monarşizm pek çok ülkede hükmünü sürdürüyordu. Futbolda da ülkelerin henüz yeni yeni ekollerin oluştuğu, kulüpler bazında düzenlenen turnuvalarla tiraj kazanılan yıllarda Avrupa futbolu, ilk turnuvası için hazırlandığı süreçte henüz günümüz futbolunun pek çok önemli ülkesini üyesi olarak dahi barındırmıyordu. İtalya, İngiltere ve Batı Almanya gibi ülkeler henüz UEFA üyesi değildi. 

Bu Avrupa ikliminin ışığında 1960 Avrupa Uluslar Kupası elemeleri, 17 takımın katılımıyla başladı. Turnuva formatı, 16 takımlı bir elemenin ardından son dörde kalan takımların, bahsini geçirdiğimiz Fransa Futbol Federasyonu eski genel sekreteri Henri Delaunay'in hatırası olarak Fransa ev sahipliğinde geçecek bir final turnuvasıyla şampiyonluk mücadelesi vereceği şekilde organize edildi. 16 takımın elemelere katılabilmesi için turnuvaya katılma talebini UEFA'ya bildiren son iki takım İrlanda ve Çekoslovakya arasında bir play-in turu oynandı. Bu turda İrlanda'nın Dublin'de aldığı 2-0'lık galibiyetin rövanşında 4-0 galip gelen Çekoslovakya, kendini elemelere atmayı başardı. Turnuva elemelerinde Varşova paktı ülkelerinin bariz bir çoğunluğu vardı. Sovyetler Birliği, Çekoslovakya, Polonya, Bulgaristan, Doğu Almanya ve 1954 Dünya Kupası finalisti Macaristan'ın da arasında bulunduğu bu ülkeler turnuvaya büyük bir teveccüh göstermişti. Yeni oluşan ideoloji eksenli kalkınmasını ve tekamülünü tamamlayan bu ülkeler, bu yıllarda sporcu yetiştirmeye ve beden terbiyesine hayli önem gösteriyor, kendilerini Dünya sahnesinde kanıtlamak adına önemli bir fırsat olarak görüyorlardı. Bu ülkelerin yanısıra Danimarka, Yunanistan, Norveç, Portekiz ve Millî takımımız da elemelere katılan ülkeler arasındaydı. Ancak turnuva yolunda en iddialı takımlardan ilki, Avrupa futboluna kulüpler bazında damga vuran, kadrosunda Alfredo di Stefano, Luis Suárez ve Paco Gento gibi yıldızları barındıran, dönemin Franco rejiminin İspanya Milli Takımı'ydı. Nitekim 1. Tur maçlarında Polonya'yı her iki maçta da rahat skorlarla geçen İspanya, turnuvada ne kadar iddialı olduğunu kanıtlıyordu. Onların yanısıra, 1952 Olimpiyat şampiyonu ve 1954 Dünya Kupası finalisti Macaristan'ı her iki maçta mağlup eden Sovyetler, 1958 gol kralı Just Fontaine ve onun Reims'ten ekürisi Raymond Kopa'yı kadrosunda barındıran Fransa, Titus Bubernik ve Josef Masopust gibi bir Doğu Avrupa futbol yıldızını kadrosunda barındıran Çekoslovakya da turnuvada iddialı takımlardı. Millî takımımız ise, 1. Tur'da Bükreş'te alınan 3-0'lık mağlubiyetin rövanşında Lefter Küçükhandonyadis'in 2 golüyle alınan 2-0'lık galibiyete rağmen turnuvaya erken veda ediyordu. Nitekim ilk turdan çıkan 8 takım Çeyrek Final'de kozlarını paylaşacaktı. Ancak eşleşmelerden biri turnuvaya damga vuracak ve kaderini tümden değiştirecekti.

Bu eşleşme İspanya - Sovyetler Birliği eşleşmesiydi. Dönemin İspanya rejiminin diktatörü Fransisco Franco'nun Sovyet Rusya'ya milli takımını götürmeme kararı alması sonucunda, Sovyetler Birliği direkt olarak turnuva finallerine ismini yazdırmıştı. Bu kararın ardında yatan tabanı ve dönemin Franco rejimini biraz anlatmakta yarar görüyorum. Fransisco Franco muhafazakar bir katolik ve otokratik bir liderdi. Dönem İspanyasını inanılmaz merkeziyetçi bir anlayışla yöneten, Komünist, sosyalist ve cumhuriyetçi kesimlere karşı zalim bir tutum sergileyen, "Falanjizm" adını verdiği anti-komünist ve etnik milletçi bir dünya görüşünü ülkesinde uygulayan, George Orwell'ın "1984" ve Ernest Hemingway'in "Çanlar Kimin İçin Çalıyor" romanına konu olmuş bir liderdi. Sovyet Rusya'yı tanımıyor, dahası onlarla yapılacak bir futbol müsabakasının da onların ideolojisini meşru kılmaya dönük bir hamle olacağına inanıyordu. Yani anlaşılan o ki, Fransisco Franco kendi ülkesinin elde edeceği bir başarıyı ve bunun kültürel etkisini, Sovyetler Birliği'ne karşı verilen bir "taviz" karşısında gözardı eden, tutucu ve düşüncelerine bağlı bir kimseydi. Bu durum neticesinde alınan karar turnuvanın önümüzdeki sürecini bir hayli etkileyecekti.
Öte yandan, diğer Çeyrek Final müsabakalarında final turuna katılmaya hak kazanan Fransa, Yugoslavya ve Çekoslovakya'yla beraber turnuva finallerine katılan komünist ülke sayısı üçe çıkmıştı. Bu onlar için hem sahada alınmış, hem de masada alınmış büyük bir zaferdi.

Bu takımların hepsinin temsil ettiği ortak bir yöntem ve anlayış vardı. Çok uluslu devletler olmalarından mütevellit geniş bir coğrafyada sporcu yetiştirme imkanları vardı ve takımları kendi coğrafyalarında oynayan oyunculardan oluşuyordu. Özellikle Sovyetler Birliği, Kafkasya ve Orta Asya Türk ülkelerinden gelen oyuncuları kadrosuna dahil ediyor, teknik direktörleri Gavriil Kaçalin önderliğinde bir Sovyet üst kimliğini, Sovyet sporcusu bilincini yaşatıyorlardı. Takımlarının yıldızları Viktor Ponedelnik, Valentin Ivanov ve şüphesiz Dünya'da kaleciliğin o dönemki amiral gemisi Lev Yaşin'di. Önündeki İspanya tehditini de ilginç bir gerekçeyle atlatan Sovyetler, turnuvaya gelen en komple takımdı. Marsilya'da Çekoslovakya'ya karşı oynadıkları Yarı Final maçında Ivanov'un iki, Ponedelnik'in bir golüyle 3-0 galip geldiler. Öte yandan aynı saatlerde Paris'te oynanan maçta çok ilginç bir sonuç yaşandı. Rakibi karşısında evinde 4-2 öne geçmeyi başaran Fransa, Tomislav Knez'in 75, Jerkovic'in 78 ve 79. dakikalarda attığı 3 gole engel olamayınca Parc des Princes'te 26 bin seyircisi karşısında 5-4 mağlup oldu. Bu finalin adının Sovyetler Birliği ve Yugoslavya olduğu anlamına geliyordu.

Finalden bir gün önce 9 Temmuz'da oynanan üçüncülük maçında 2-0 galip gelen Çekoslovakya, Fransa'ya evinde ikinci şoku yaşatmıştı. Artık gözler Parc des Princes'teki final maçındaydı. Fransa'nın elenmesinin ardından Yarı Final'deki ilgiyi koruyamayan Fransız seyircisi üçüncülük maçına 9 bin, final maçına ise 17 bin seyirci ile katılmışlardı. Fransa'nın üç Doğu Bloğu ülkesine karşı turnuva finallerinde 4. olması, pek çok Avrupa seyircisi nezdinde Batı Bloğuna bir darbeydi. Nitekim final maçı geldiğinde bu bloğun lideri Sovyetler Birliği'nin alacağı bir galibiyet de bu darbeyi güçlendirecekti. Maçın sessiz geçen ilk yarısının son dakikalarında Milan Galic'in attığı golle öne geçen Yugoslavya bu üstünlüğü koruyamamış, ikinci yarının başında Gürcü oyuncu Slava Metreveli'nin attığı golle sarsılmışlardı. Uzatmaya giden maçta 113. dakikada golü atan Sovyetlerin golcüsü Viktor Ponedelnik skoru tayin ediyor ve 1960 Uluslar Kupası şampiyonu Sovyetler Birliği oluyordu. Sovyetler Birliği kendi yaklaşımlarını ve değerlerini futbola yansıtmış ve sonuca ulaşmıştı. Tamamı Sovyet liglerinde oynayan oyuncular oluşan bir kadroyla, iyi bir oyun oynayarak kupaya uzanan takım, Batı Avrupa futboluna ve ilerleyen süreçte aldığı kararla tartışılacak olan Francisco Franco'ya önemli bir ders vermişti.



Bu blogdaki popüler yayınlar

Vincenzo Montella Mucizesi

Milli takım teknik direktörlüğü koltuğu, futbolun her döneminde o koltukta oturan kişi için ağırlık teşkil eden bir koltuk olmuştur. Bir bayrağı temsilen o koltukta bulunmanızla başlayan süreç, kulüp takımı görevinin görev kapsamından bağımsız pek çok zorluğu beraberinde barındırır. Milli takım görevi, Dünya futbolunda geçmişten beri tecrübesi yeterli ve insani becerileri gelişmiş, kulüp takımlarındaki özgeçmişi geçerli kişilere verilirdi. Kulüp takımları bazında beklentilerini yerine getirmiş, amiyane tabirle bu bağlamda kramponlarını asmış isimler Milli takımlar dünyasına giriş yapar, bu görevi kendileri için yeni bir meydan okuma olarak görürlerdi. Bu meydan okumanın, bu görevin ağırlığıyla eşleştiği temel nokta, kendini kanıtlamış isimlerin bir ülke futbolu yönetilirken bu ağırlığı daha kolay süspanse edebilecek isimler olmalarıydı. Zira kadroya dahil edilecek isimlerden tutun, ortaya konulacak oyun fikri, alınan sonuçlar ve bunun benzeri pek çok husus hem bulunulan ülk...

Fransa 1984: Platini'nin Turnuvası

Fransa Milli Takımı, son 20 yılın en başarılı ve istikrarlı takımlarından belki de ilki... Son yıllarda yaptıkları atılımlarla Dünya Futboluna sayısız genç futbolcuyu kazandırarak, futbolcu yetiştiriciliğindeki önder futbol ülkesi olmayı başaran Fransa, özellikle modern futbolu ihtiyacı olan atletizmi, oyun görüşü ve oyun aklı ile birleştiren oyun anlayışına uygun futbolcular yetiştirdiler, bu sayede de üst üste turnuva başarıları elde ettiler. 1998 Dünya Kupası ile başlayan 26 yıllık süre içerisinde, girdikleri 14 turnuvada 2 Dünya Kupası ve 1 Avrupa şampiyonluğu yaşadılar. Bunun dışında 2 Dünya Kupası finaline ve 1 Avrupa Şampiyonası finaline de adını yazdıran Fransa, bu süreçte Zinedine Zidane, Thierry Henry, Marcel Desailly, Franck Ribery, Karim Benzema, Didier Deschamps, Patrick Vieira, Antoine Griezzman gibi oyuncuların dışında, son jenerasyonun lider oyuncuları Kylian Mbappe, Aurelien Tchouameni, Eduard Camavinga gibi oyuncuları da Dünya futboluna kazandırdılar. Çok ...

"Bir Kupa Hocası": Simone Inzaghi

Dünya futbol tarihinde bazı teknik adamlar ucu kupaya giden turnuva yollarını diğerlerinden iyi yürürler. Bu teknik adamların kilit özelliklerini reaksiyon becerisi ve soğukkanlılık olarak nitelemek mümkündür. Özellikle çift ayaklı elemelerde 90 dakika üzerine kurgulanan plan kadar, 180 dakikalık yapılan bir program da takımı başarıya götürebilir. Özellikle elinizde beklentilerin nispeten düşük olduğu kulüpler olduğunda, eşleşmeleri kazanmaya dair pragmatik ve akılcı çözümler sizi başarıya götürüyor. Bunun en önemli örneklerinden biri de, bu sezon Şampiyonlar Ligi finaline uzanan Inter. En son 2010/11 sezonunda Son 16 turunun ötesini gören Inter, geçtiğimiz 12 sezona bir de UEFA Avrupa Ligi finali sığdırmış olsa da, 2009/10 sezonunda Mourinho önderliğinde yaşadıkları peri masalını tekrarlama noktasında yetersiz kalmışlardı. 2018 ve 2021 yılları arasındaki o üç sezonda değil Kupa 1'de ilerleme kaydetmek, gruptan çıkmayı bile başaramamışlardı. 2021 yılında Antonio Conte...