Ana içeriğe atla

"Rabarba": Fenerbahçe'nin 23/24 Sezonu

Fenerbahçe, 2018'de Aziz Yıldırım'a karşı aldığı kongre zaferinden beri Ali Koç'la 6. tam sezonunu tamamladı. Bu dönemde 9 ayrı teknik adamla çalışan Ali Koç, bu sezona camianın hem futbolculuğundan, hem de teknik adamlık tecrübesinden tanıdık olduğu İsmail Kartal'la başladı. Daha önce iki kez teknik adamlık deneyimi yaşadığı Fenerbahçe'de ilk kez kendi kadrosunu kurma ve onun çevresinde şekillenen bir oyun anlayışı tesis etme şansı elde eden İsmail Kartal, Süper Lig, Konferans Ligi ve Ziraat Türkiye Kupası olmak üzere üç ayrı kulvarda da yarışmacı bir kimlikle sezona girdi. Fenerbahçe, tarihinin en çok puan topladığı Süper Lig sezonunda, tüm kulvarlarda çıktığı 58 maçta 44 galibiyet 7 beraberlik ve 7 mağlubiyet alarak, toplamda maç başına 2.40 puan toplayan bir kimlik edindi. Buna rağmen bu üç kulvarda da kupa kazanmayı başaramadı. Camianın gündeminin sürekli olarak dağıldığı bu bir yılın ardından Fenerbahçe, gerekli çoğunluk sağlanırsa önümüzdeki 2-3 gün içerisinde, sağlanamazsa en geç Haziran'ın ikinci haftasına seçimli bir genel kurula gidecek. 6 sezonluk başkanlık deneyiminde, ilk kez çekişmesi beklenen bir seçime hazırlanan Ali Koç için işlerin geldiği nokta, başlandığı noktayla çok farklı. Bu kez Fenerbahçe tarihinin en uzun süre başkanlık yapan ismi Aziz Yıldırım, Ali Koç'un bu seçimli genel kurulda rakibi olacak.

Kongre gündemine ve Fenerbahçe'yi bekleyen sürece gelmeden önce bu sezon özelinde Fenerbahçe'nin neyi doğru, neyi yanlış yaptığını değerlendirerek, sürece bir şekil verelim. Teknik adam isminin belirlenmesi ve 3 Temmuz'da İsmail Kartal'la start alınmasıyla beraber Fenerbahçe'nin yeni sezona daha iddialı bir kadro kurma ihtiyacı vardı. Öncelikle Fenerbahçe'nin Enner Valencia'dan boşalan tabelacı eksikliğini gidermesi gerekiyordu. Bu bağlamda Dünya futbolunun gözde santraforlarından 37 yaşındaki Edin Dzeko ile anlaşan Fenerbahçe, aynı dönemde kadro rotasyonuna dahil etmek üzere Eyüpspor'dan Umut Nayır'la da anlaşmaya vardı. Transfer dönemi daha başlamadan anlaşılan Ryan Kent ve Polonyanın yakın dönemdeki en önemli genç yıldızlarından olan Sebastian Szymanski, takımın hücumcu havuzuna dahil edilen diğer isimlerdi. Bu dönemde atılan bir diğer önemli adım da, Ajax'la sözleşmesi biten Dusan Tadic'in Beşiktaş'a karşı girilen transfer rekabetinde sarı-lacivertli formayı giymek üzere kadroya dahil edilmesi oldu. Avrupa futbolunun en üretken oyuncularından olan Dusan Tadic, Fenerbahçe'nin ön alanda zaman zaman yaşadığı çözücü kaliteyi bulmasını sağlıyordu. Merkez orta saha oyuncusu için de bir transfer rekabeti söz konusuydu. Manchester United'ta uzun zamandır rotasyonda arka planda kalan Fred, Galatasaray'a karşı girilen bir yarışta Fenerbahçe'yi tercih eden bir diğer oyuncu oldu. Yerli rotasyonu için Sassuolo'dan transfer edilen Mert Müldür ve Strasbourg'tan bedelsiz transfer edilen Alexander Djiku, Fenerbahçe'nin aslında savunma oyuncusu çeşitliliğini arttıracak oyuncular olarak kadroya katılıyordu. Rodrigo Becao'nun Udinese'den transfer edilmesiyle savunmanın liderliği için önemli bir isimle anlaşılmış oldu. Cengiz'in transferi için verilen 15 milyon €'luk bedel, Fenerbahçe yönetimi nezdinde mevcut şartlarda alınabilecek en kaliteli yerli kanat oyuncusunu alma fikriyle hareket edilmesiyle birlikte yumuşuyordu. Fenerbahçe için transferde son ve en önemli halka kaleci transferi olacaktı. Özellikle milli takım bazında yapılan turnuvalarda ülkesi Hırvatistan'ın en kilit oyuncularından olan Dinamo Zagreb'in tecrübeli kalecisi Dominik Livakovic 6.5 milyon € bedelle Fenerbahçe'ye adım atıyordu. Tüm bu transferlerle birlikte Fenerbahçe, artık her sezondan alışılagelmiş kabuk değişimlerinden birini yaşıyor, ancak özellikle bu sezon yapılan transferlerin kalitesi bu kabuk değişiminin taraftar nezdinde pozitif bir yer edinmesini sağlıyordu. Sezonu Temmuz'un sonunda açan Fenerbahçe, UEFA Konferans Ligi elemelerinde girdiği sınavlarda iyi bir oyun yapısı ortaya koyuyordu. Transferin idaresinin Mario Branco'ya, kadronun idaresinin İsmail Kartal'a emanet edildiği düzlem kağıt üzerinde Fenerbahçe için doğru bir sistemdi ve sezonu bu moral, motivasyonla açıyorlardı.

Fenerbahçe sezona hem Konferans Ligi elemelerinde, hem de ligde hızlı başladı. Ekim ayının sonuna değin çıktıkları 19 maçın 19'unu da kazanan takım, bu süreçte takımda skor alternatifinin bol oluşunun bir sonucu olarak çok gol atan bir takım görüntüsü veriyordu. Bu iyi giden seriyi, Trabzonspor'a karşı evlerinde aldıklar 3-2'lik mağlubiyet bozacak, akabinde Ludogorets deplasmanından 2-0'lık mağlubiyetle dönülecekti. Adana Demirspor'a karşı alınan beraberlikten sonra ritmini bozmayan ve peşisıra Karagümrük, Sivasspor, Beşiktaş ve Kayserispor maçlarından galip ayrılan Fenerbahçe, Galatasaray derbisine değin, süreci iyi geçiyordu. Ligdeki bu tabloya rağmen Fenerbahçe'nin Nordsjaelland'a karşı aldığı 6-1'lik mağlubiyet bu "yenilmez Fenerbahçe" algısını ciddi anlamda kıran, sezonun kırılma noktalarından ilkiydi. 24 Aralık'taki Galatasaray derbisi, Fenerbahçe için geçtiğimiz sezon alınan travmatik sonuçlar nedeniyle önemli kırılma noktalarında ikincisiydi. Fenerbahçe'nin burada alacağı bir galibiyet ivmeyi arttıracak ve Fenerbahçe'nin Galatasaray'a karşı iki puanlık farkı henüz Aralık ayında beşe çıkacaktı. Bu önemine rağmen, Fenerbahçe'nin seyircisi önünde Galatasaray'a karşı oyun üstünlüğünü ele alamaması ve isabetli şut çekemediği maçtan çıkan 0-0'lık beraberlik eleştirilerin odağındaydı. Buna rağmen ritmini bozmayan Fenerbahçe, toplam 12 gol attığı İstanbulspor ve Konyaspor maçlarıyla yoluna devam etti. Bu arada Konferans Ligi'nde gruptan lider çıkan Fenerbahçe, orada da yoluna devam ediyordu. Ocak ayına iyi başlayan Fenerbahçe'de bir diğer kritik puan kaybı Samsunspor karşısında yaşandı. Fenerbahçe, maçın her iki yarısını da üstün oynadığı ve pozisyona girdiği maçta Emre Kılınç'ın golüne engel olamayarak, rakibiyle 1-1 berabere kaldı. Galatasaray'la puanın ilk defa eşitlendiği hafta olan Samsunspor maçının ardından Fenerbahçe, ilerleyen haftalarda Alanyaspor karşısında alınan beraberlik bu kez puan olarak geriye düşüyor, camiayı sarmaya başlayan bir panik havası, odağın dağılmasına neden oluyordu. İsmail Kartal'ın açıklamaları, sürekli birbirini takip eden camialar arası münakaşalar bu süreci Fenerbahçe aleyhine sürdürdü. Üç kulvar iddiasıyla girilen sezonda, kopulan iyi yarış da bu süreçte yaşandı. Ankaragücü karşısında 3-0 mağlup olarak Ziraat Türkiye Kupası'na Çeyrek Final'de veda eden Fenerbahçe'de bu durum İsmail Kartal'ın kriz yönetiminde yaşadığı kopmalardan biriyle açıklanıyordu.

Bir yandan yoluna Konferans Ligi'nde devam eden Fenerbahçe, Union Saint-Gilloise karşısında iyi top oynadığı iki maçla turlamayı başarıyordu. Çeyrek Final'de rakip Olympiakos'tu. Tam bu döneme tekabül eden "Süper Kupa" krizi, halen iki kulvarda yarışını sürdüren ve ezeli rakibi karşısında bir kupa kazanarak belki psikolojik bir üstünlük edinme şansı olan Fenerbahçe'yi bu düşüncelerden uzaklaştırıyor, bir prestij mücadelesine sürüklüyordu. Ali Koç yönetiminin yaptığı tercih hatalarına, aynı paralellikte açıklamalar yaparak meşruiyet kazandıran İsmail Kartal, 2 puan arkasında takip ettiği Galatasaray'a karşı, bir de Süper Kupa'yı kaybediyordu. Süper Kupa'nın oynandığı hafta Olympiakos deplasmanında çok kötü bir performans sergileyerek mağlup olan Fenerbahçe, takibindeki 11 günlük süreçte Sivas'ta puan bırakacak ve İsmail Kartal'ın sezon genelinde en kötü teknik adamlık reaksiyonunu gösterdiği maçta Olympiakos'a penaltılar sonucunda elenecekti. Kara bulutları tepesinde gezdirdiği bu süreçte Fenerbahçe, bu kez Konyaspor'a karşı 3 puanı bırakarak, Galatasaray'ın puan farkını 6'ya açmasına sebep olacaktı.

Bu noktada Fenerbahçe, şampiyonluk odağından çıkan ve hedefini rakibiyle girdiği prestije sınırlayan bir görüntüye büründü. Galatasaray deplasmanında iyi bir top oynayarak aldıkları 1-0'lık galibiyet de bunun bir eseriydi. Fenerbahçe, tarihindeki en yüksek puanı topladığı sezonda şampiyon olamıyor, Fenerbahçe yönetimi Galatasaray'a karşı girdikleri mücadelede aldıkları galibiyetin kendilerine kazandırdığı krediyi kutluyordu. Fenerbahçe'nin bu sezonunun hikayesi değerlendirildiğinde, karşımıza kötü top oynayan, yanlış oyun planlaması yapan veyahut bireysel yeteneklerinden faydalanamayan bir takım tablosu çıkmıyor. Aksine Fenerbahçe, üç ayrı oyuncusunun hem gol, hem asist istatistiğinde çift haneli rakamlara ulaştığı, santrafor ikilisinin totalde 49 gol ürettiği, oyun kalitesi ve takım uyumu açısından Ali Koç döneminin en iyi senesini geçirdiği bir tabloyla sezonu tamamladı. Buna karşın, Fenerbahçe bu sezon gündemini ve odağını asla saha içerisinde sabitleyemedi. Takımın ligde en çok gol atan, en çok pozisyona giren, maç başına en çok isabetli şut çeken takım oluşu, takımın doktoru Ertuğrul Karanlık kadar konuşulmadı. Veyahut Bright Osayi Samuel'in takımın oyunundaki rolü, takımın hücum setinde takıma sağladığı konfordan ziyade, manşetleri süsleyen yönü, Trabzon'da yaşadığı talihsiz olay oldu. Yanlış anlaşılmasın, bunun sorumlusunun Fenerbahçe olduğunu söylemiyorum, söylemeye çalıştığım şey Fenerbahçe'nin buna engel olmayışı. İsmail Kartal'ı birkaç istisnai maç dışında, takımına pozitif etki eden, iyi metodlar üzerinde duran bir teknik adam olarak yorumlayabiliriz, ancak aynı teknik adam bu kadar entegre olduğu bir camiada oyuncu grubunu ve kendisini bu gündemden izole etmeyi başaramadı. Bir sonuca bağlamak gerekirse, Ali Koç döneminin belki oyun anlamında en iyi sezonu olsa da, hem Ali Koç hem İsmail Kartal, futbola yaklaşılması gereken doğru bakışı geliştiremeyip, Fenerbahçe'yi bu süreçte günden güne yıprattılar. Hâlbuki Fenerbahçe'nin bu sezon oynanan oyun ve takım kimyası, bu işin doğru yönetildiği bir düzlemde belki Fenerbahçe'yi namağlup şampiyonluğa götürecek, belki de Avrupa'da Türk futbol takımlarının kazandığı ikinci kupa Fenerbahçe'nin müzesine girecekti. Tüm bu atmosferde bir kongreye giren Fenerbahçe'nin izlemesi gereken yol, Fenerbahçe'yi başarılı olduğu dönemde olduğu gibi, futbolla hemhâl eden doğru yöneticilerle devam etmek olacaktır. 

Bu blogdaki popüler yayınlar

Vincenzo Montella Mucizesi

Milli takım teknik direktörlüğü koltuğu, futbolun her döneminde o koltukta oturan kişi için ağırlık teşkil eden bir koltuk olmuştur. Bir bayrağı temsilen o koltukta bulunmanızla başlayan süreç, kulüp takımı görevinin görev kapsamından bağımsız pek çok zorluğu beraberinde barındırır. Milli takım görevi, Dünya futbolunda geçmişten beri tecrübesi yeterli ve insani becerileri gelişmiş, kulüp takımlarındaki özgeçmişi geçerli kişilere verilirdi. Kulüp takımları bazında beklentilerini yerine getirmiş, amiyane tabirle bu bağlamda kramponlarını asmış isimler Milli takımlar dünyasına giriş yapar, bu görevi kendileri için yeni bir meydan okuma olarak görürlerdi. Bu meydan okumanın, bu görevin ağırlığıyla eşleştiği temel nokta, kendini kanıtlamış isimlerin bir ülke futbolu yönetilirken bu ağırlığı daha kolay süspanse edebilecek isimler olmalarıydı. Zira kadroya dahil edilecek isimlerden tutun, ortaya konulacak oyun fikri, alınan sonuçlar ve bunun benzeri pek çok husus hem bulunulan ülk...

Fransa 1984: Platini'nin Turnuvası

Fransa Milli Takımı, son 20 yılın en başarılı ve istikrarlı takımlarından belki de ilki... Son yıllarda yaptıkları atılımlarla Dünya Futboluna sayısız genç futbolcuyu kazandırarak, futbolcu yetiştiriciliğindeki önder futbol ülkesi olmayı başaran Fransa, özellikle modern futbolu ihtiyacı olan atletizmi, oyun görüşü ve oyun aklı ile birleştiren oyun anlayışına uygun futbolcular yetiştirdiler, bu sayede de üst üste turnuva başarıları elde ettiler. 1998 Dünya Kupası ile başlayan 26 yıllık süre içerisinde, girdikleri 14 turnuvada 2 Dünya Kupası ve 1 Avrupa şampiyonluğu yaşadılar. Bunun dışında 2 Dünya Kupası finaline ve 1 Avrupa Şampiyonası finaline de adını yazdıran Fransa, bu süreçte Zinedine Zidane, Thierry Henry, Marcel Desailly, Franck Ribery, Karim Benzema, Didier Deschamps, Patrick Vieira, Antoine Griezzman gibi oyuncuların dışında, son jenerasyonun lider oyuncuları Kylian Mbappe, Aurelien Tchouameni, Eduard Camavinga gibi oyuncuları da Dünya futboluna kazandırdılar. Çok ...

"Bir Kupa Hocası": Simone Inzaghi

Dünya futbol tarihinde bazı teknik adamlar ucu kupaya giden turnuva yollarını diğerlerinden iyi yürürler. Bu teknik adamların kilit özelliklerini reaksiyon becerisi ve soğukkanlılık olarak nitelemek mümkündür. Özellikle çift ayaklı elemelerde 90 dakika üzerine kurgulanan plan kadar, 180 dakikalık yapılan bir program da takımı başarıya götürebilir. Özellikle elinizde beklentilerin nispeten düşük olduğu kulüpler olduğunda, eşleşmeleri kazanmaya dair pragmatik ve akılcı çözümler sizi başarıya götürüyor. Bunun en önemli örneklerinden biri de, bu sezon Şampiyonlar Ligi finaline uzanan Inter. En son 2010/11 sezonunda Son 16 turunun ötesini gören Inter, geçtiğimiz 12 sezona bir de UEFA Avrupa Ligi finali sığdırmış olsa da, 2009/10 sezonunda Mourinho önderliğinde yaşadıkları peri masalını tekrarlama noktasında yetersiz kalmışlardı. 2018 ve 2021 yılları arasındaki o üç sezonda değil Kupa 1'de ilerleme kaydetmek, gruptan çıkmayı bile başaramamışlardı. 2021 yılında Antonio Conte...