Süper Lig 38 haftalık maratonun ardından sona erdi ve toplamda 24. şampiyonluğuna ulaşan Galatasaray, bu başarıyı üst üste ikinci sezonunda da tekrarlamayı başardı. Her geçen yıl daha da itibarı zedelenen, futbol algısından uzaklaşan iklimimizde, bu sezon da istisna olmadı. Saha içinde oynanan oyundan ziyade, saha dışına odaklı tartışmaların yaşandığı, futbol gündeminin hemen hemen her hafta yeni hakem isimleriyle meşgul edildiği bir sezonu atlattık. Bu eleştirileri her dönemde tekrarlamaktan hoşlanmasam da, istikametin bu yönlü oluşu da herkesin gözleri önünde olan, aşikâr bir olgu. Tüm bunlara rağmen hem zirve yarışında, hem de küme düşmeme mücadelesinde son haftayı bulan rekabet, hepimize inanılmaz renkli bir lig finali yaşattı. Nitekim puan rekoruyla sezonu şampiyon tamamlayan Galatasaray, bu yarışın galibi olmayı başardı. Bu şampiyonluk aynı zamanda Okan Buruk'un da Süper Lig'de elde ettiği üçüncü şampiyonluk oluyor. Okan Buruk üçüncü şampiyonluğuyla beraber, Brian Birch, Gordon Milne, Christoph Daum ve Mustafa Denizli ile beraber üç kez şampiyon olan hocalar arasına kendini yazdırdı. Hocalık kariyerinin başlangıç çağından, tecrübeli teknik adamlar arasına yavaş yavaş adım atan 50 yaşındaki teknik adam, Süper Lig'in en çok şampiyon olan 7 teknik adamı arasında kendine yer bulmayı başardı.
Galatasaray'ın bu sezon gösterdiği performansı ve işleri bu noktaya getiren unsurları konuşmadan önce hem bu rekabetin diğer yüzü olan Fenerbahçe'yi tebrik etmek, hem de önemli bir noktaya parmak basmak gerekiyor. Bu sezon hem şampiyon Galatasaray'ın, hem de ligi ikinci sırada bitiren Fenerbahçe'nin, evvelde 93 puanlık bir sezonda en çok puan toplama rekorunu kırdığını ve 65 yıllık futbol geçmişimizde eşi benzeri olmayan bir rekabete imza attıklarını söylemek gerekiyor. Dolayısıyla her iki takım da bu sezon itibariyle takdiri hak eden performanslar sergilediler. Öte yandan ülke futbolumuzun bağımlı ve bağımsız değişkenleriyle bütün olduğunu, mevcut sorunların tespitinin ve kabulünün sağlanmasının asgari bir gereklilik olduğunu kabul etmekle beraber, futbolun doğru planı yapan ve lig takviminde en iyi performansı sergileyenin kazandığı bir olgu olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bununla beraber ülkemizde gündemi meşgul eden tüm abes unsurların da hem futbolumuza, hem de insani gelişimimize zarar verdiğini düşünüyorum. Bu sayfayı kapatmakla beraber Galatasaray'ın bu sezon izlediği yolu ve şampiyonluğa giden süreci değerlendirmek istiyorum. Öncelikle Galatasaray, önceki sezona göre daha erken bir sezon açılışı yaptı ve Temmuz'un 25'inde ilk resmi maçına çıktı. Galatasaray zaten mevcut kadro yapısı itibariyle ligde iyi bir performans göstermiş, ancak bunu Avrupa'da oynamanın beklentilerine göre standardize etme isteğinde olduğu bir durumdaydı. Bonservisi o gün itibariyle halen Galatasaray'ın olan, ancak opsiyonunun kullanılmasıyla beraber 5.75 milyon €'luk bir bedelle Nantes'e transfer olan Mostafa Mohamed, Galatasaray'dan ayrılan ilk isim olmuştu. Öte yandan önceki sezonu kiralık olarak Galatasaray'da geçiren Kaan Ayhan'ın da opsiyonu kullanılmış, 2.80 milyon €'ya bonservisiyle Galatasaray'a transfer olmuştu. Mevcut kadro yapısında Okan Buruk'un değerlendirilmesine sunulan Olimpiu Morutan, Leo Dubois, Berkan Kutlu gibi isimler bu süreçte değerlendiriliyor ve planlama yapılıyordu. Bir diğer yandan Galatasaray'ın halihazırda bir sol bek eksikliği de vardı. Bu eksiklik RB Leipzig ve Manchester City'den bilinen, ancak son süreçte bir performans düşüklüğü yaşayan Angelino'nun Galatasaray kiralanması ile tamamlandı. Galatasaray aynı zamanda geçtiğimiz sezonun yıldızı Icardi'nin bonservisinin alınmasını da bekliyordu. Bu arada forvet rotasyonuna dahil edilen Cedric Bakambu ve Halil Dervişoğlu, özellikle ön elemeler sürecinde sık süre alıyorlardı. Galatasaray taraftarının ve yönetiminin yoğun bir ısrarla beklediği Icardi transferinin 10 milyon € bedelle tamamlanmasının ardından, Galatasaray'ın en önemli gündemi Sergio Oliveira'nın yerine takımın iskeletine dahil etmek üzere bir orta saha oyuncusunun transferiydi. Buna karşın Galatasaray, Icardi'nin görüşmelerinin sürdüğü sırada büyük bir sürprize imza attı. Fenerbahçe'nin de yoğun ilgisinin olduğu Wilfried Zaha'yı bedelsiz transfer ederek, kağıt üzerinde önemli bir işe imza atmayı başardı. Ben bu transfere bir parantez açmak istiyorum, zira hem o süreçte yazdığım yazıda aktardığım şey, bu transferin Fenerbahçe'yle girilen transfer rekabetini kazanmaya dönük, öncelikleri göz önünde bulundurmayan ve masrafı itibariyle rotasyonu şişiren şüpheli bir transfer olduğunu düşünmüştüm. Keza akabinde yapılan Tete transferi, sezon içerisinde verdiği katkıyı dışarıda tutmamakla beraber, merkez orta saha oynama alışkanlığı olmaması yüzünden Kerem Demirbay transferi ve bu panik hali içerisinde transfer edilen, fizik kondisyonu ve görüntüsüyle bu işi yürütmeye çok elverişli gözükmeyen Tanguy Ndombele transferi de bu tip transferlere örnekler. Nitekim, Galatasaray'ın mevcut oyun planında oluşan defektleri çözmek için merkeze dönük oynama karakteri bulunan ve oyun kuruculuk özellikleri yüksek Hakim Ziyech transferi de bu başarısızlığı çözmek amacıyla yapıldı. Galatasaray kağıt üzerinde iyi işlere imza atıyor, kadroda çeşitliliği oluşturuyordu ancak sezon içerisinde zaman zaman meydana gelen sorunları tetikleyen, dahası Avrupa'da Türkiye'ye kıyasla daha programlı takımlarla karşılaşınca Galatasaray'ın yaşadığı sorunlar çok daha merkezileşiyordu.
Tüm bunlara rağmen Galatasaray Süper Lig sezonunu açtığında Şampiyonlar Ligi biletini cebine koymaya çok yaklaşmış ve eldeki malzemeden ligde galibiyet almaya dönük bir formül çıkarmayı başarmış bir noktadaydı. İlk haftada alınan Kayserispor beraberliğinin ardından, Trabzonspor ve Beşiktaş maçlarını da barındıran 10 maçlık bir galibiyet serisiyle Kasım ayını mağlubiyetsiz gören Galatasaray, bitiricilik ve skora gitme sorunu yaşadığı bir maçta Hatayspor deplasmanından eli boş dönüyordu. Bu haftalar Galatasaray ve Fenerbahçe arasında geçecek bir sezonun habercisiydi. Henüz 12. haftada en yakın rakipleri Adana Demirspor'la 9 puanlık bir fark oluşturan iki takım, sezonun ilk yarısının sonuna gelindiğinde bu makası 12 puanda tutuyordu. Galatasaray bu süreçte bir yandan Şampiyonlar Ligi'nde gruptan çıkma mücadelesi verirken, öte yandan ligde Fenerbahçe'yle rekabetini sürdürüyordu. Özellikle Şampiyonlar Ligi'nde altını çizdiğim kadro eksiklikleri ve yer yer plansızlıkların baş gösterdiği maçlar sonucunda grubu 3. tamamlayan Galatasaray, yoluna Avrupa Ligi'nde devam etme hakkı kazanmıştı. Özellikle son haftada oynanan Kopenhag maçında rakibinin kapalı savunmasını açmanın ve doğru geçiş setlerinin eksikliğini çeken Galatasaray, buna rağmen ligde tam aksi bir performans sergiliyordu. Sivasspor ve Fenerbahçe'ye karşı alınan beraberlikler dışında yoluna kayıpsız devam eden Galatasaray, bu süreçte performansını Avrupa klasmanında kanıtlayan Sacha Boey'in olası transferine hazırlıksız yakalanmıştı. 30 milyon € gibi bir bedelle Bayern Münih'in yolunu tutan Sacha Boey'un yerine transfer yapmakta geciken Galatasaray, her ne kadar yollarını ayırdığı Angelino'nun yerini Derrick Köhn'le doldursa da, Sacha Boey'in yerine alelacele transfer edilen Serge Aurier ligin kalanında 4 maçta yalnızca 70 dakika şans bulacaktı. Bu eksiklikleri Genoa'dan kiralık sözleşmesini feshedip geri çağırdıkları Berkan ve performansını kademe kademe arttırıp Galatasaray'ın kilit oyuncularından birine dönüşen Barış'la doldurmaya çalışan Okan Buruk, bu rabarba içerisinde Sparta Prag'a karşı sürklase oluyordu. Aynı bir haftalık süre içerisinde Fatih Karagümrük'e yenilerek Türkiye Kupası'nda elenme tecrübesi yaşayan Galatasaray, o dönemde hem ligde hem Konferans Ligi'nde mücadelesine devam eden Fenerbahçe'ye karşı tek kulvarda yoluna devam ediyordu. 25. haftada Fenerbahçe'nin Alanyaspor'a karşı evinde puan kaybetmesinin ardından liderliği devralan Galatasaray, bu süreçte vites yükseltiyor ve takımda Mertens, Barış Alper Yılmaz gibi oyuncuların artan form grafiğiyle beraber her maç pozisyon üreten, skor üreten bir tabloya evriliyordu. Kritik anlarda da oyunan tutunan bir görüntü sergileyen Galatasaray, Kasımpaşa maçında Carlos Vinicius ve Karagümrük maçında Berkan'ın attığı gollerle de yarışta odağını kaybetmiyordu. Fenerbahçe'nin son düzlükte Sivasspor ve Konyaspor karşı puanlar kaybetmesiyle son iki haftaya 6 puan farkla giren Galatasaray için şampiyonluğun en buruk yönlerinden birisi 37. haftada yaşandı. Şampiyonluk apoletini takması için 1 puanın yettiği maçta, Fenerbahçe'yle arasında sahaya gelirken oluşan mentalite farkının yarattığı bir oyun yaklaşımıyla, bireysel hataların ve plansızlığın meydana getirdiği bir tabloyla 10 kişi rakibine 1-0 mağlup olan Galatasaray, belki de sezonu çok daha anlamlı kılacak bir fırsatı tepiyordu. Puan farkının üçe inmesinin ardından işleri son haftaya kalmasıyla ligdeki artan heyecan dozajı, Galatasaray'ı Fenerbahçe maçında yaptığı hataları yapmaktan uzak tuttu ve Konyaspor'u 3-1 mağlup eden Galatasaray kupaya uzandı.
Sezonun hikayesindeki ana fikir böyle rekabetlerde odağı saha içerisinde tutmak ve oyuna odaklanmak olacaktır. Fenerbahçe, özellikle çok kritik anlarda yaşadığı odak problemiyle, camiadaki karışıklıkla ve en önemlisi yönetim sıkıntılarıyla bu yarışta mağlup olan taraf oldu. Yine de başında aktardığım gibi böylesi bir performans ve rekabet için her iki takım da teşekkürü ve tebriği hak ediyor. Umarım bu karışık sezonun ardından, insanımız için futbolun bir angaryadan öte, zevk alınabilecek yönleriyle kabul edilen, özel bir spor olduğunun kanıksandığı sezonlar gelir.
Galatasaray'ın bu sezon gösterdiği performansı ve işleri bu noktaya getiren unsurları konuşmadan önce hem bu rekabetin diğer yüzü olan Fenerbahçe'yi tebrik etmek, hem de önemli bir noktaya parmak basmak gerekiyor. Bu sezon hem şampiyon Galatasaray'ın, hem de ligi ikinci sırada bitiren Fenerbahçe'nin, evvelde 93 puanlık bir sezonda en çok puan toplama rekorunu kırdığını ve 65 yıllık futbol geçmişimizde eşi benzeri olmayan bir rekabete imza attıklarını söylemek gerekiyor. Dolayısıyla her iki takım da bu sezon itibariyle takdiri hak eden performanslar sergilediler. Öte yandan ülke futbolumuzun bağımlı ve bağımsız değişkenleriyle bütün olduğunu, mevcut sorunların tespitinin ve kabulünün sağlanmasının asgari bir gereklilik olduğunu kabul etmekle beraber, futbolun doğru planı yapan ve lig takviminde en iyi performansı sergileyenin kazandığı bir olgu olduğunu kabul etmek gerekiyor. Bununla beraber ülkemizde gündemi meşgul eden tüm abes unsurların da hem futbolumuza, hem de insani gelişimimize zarar verdiğini düşünüyorum. Bu sayfayı kapatmakla beraber Galatasaray'ın bu sezon izlediği yolu ve şampiyonluğa giden süreci değerlendirmek istiyorum. Öncelikle Galatasaray, önceki sezona göre daha erken bir sezon açılışı yaptı ve Temmuz'un 25'inde ilk resmi maçına çıktı. Galatasaray zaten mevcut kadro yapısı itibariyle ligde iyi bir performans göstermiş, ancak bunu Avrupa'da oynamanın beklentilerine göre standardize etme isteğinde olduğu bir durumdaydı. Bonservisi o gün itibariyle halen Galatasaray'ın olan, ancak opsiyonunun kullanılmasıyla beraber 5.75 milyon €'luk bir bedelle Nantes'e transfer olan Mostafa Mohamed, Galatasaray'dan ayrılan ilk isim olmuştu. Öte yandan önceki sezonu kiralık olarak Galatasaray'da geçiren Kaan Ayhan'ın da opsiyonu kullanılmış, 2.80 milyon €'ya bonservisiyle Galatasaray'a transfer olmuştu. Mevcut kadro yapısında Okan Buruk'un değerlendirilmesine sunulan Olimpiu Morutan, Leo Dubois, Berkan Kutlu gibi isimler bu süreçte değerlendiriliyor ve planlama yapılıyordu. Bir diğer yandan Galatasaray'ın halihazırda bir sol bek eksikliği de vardı. Bu eksiklik RB Leipzig ve Manchester City'den bilinen, ancak son süreçte bir performans düşüklüğü yaşayan Angelino'nun Galatasaray kiralanması ile tamamlandı. Galatasaray aynı zamanda geçtiğimiz sezonun yıldızı Icardi'nin bonservisinin alınmasını da bekliyordu. Bu arada forvet rotasyonuna dahil edilen Cedric Bakambu ve Halil Dervişoğlu, özellikle ön elemeler sürecinde sık süre alıyorlardı. Galatasaray taraftarının ve yönetiminin yoğun bir ısrarla beklediği Icardi transferinin 10 milyon € bedelle tamamlanmasının ardından, Galatasaray'ın en önemli gündemi Sergio Oliveira'nın yerine takımın iskeletine dahil etmek üzere bir orta saha oyuncusunun transferiydi. Buna karşın Galatasaray, Icardi'nin görüşmelerinin sürdüğü sırada büyük bir sürprize imza attı. Fenerbahçe'nin de yoğun ilgisinin olduğu Wilfried Zaha'yı bedelsiz transfer ederek, kağıt üzerinde önemli bir işe imza atmayı başardı. Ben bu transfere bir parantez açmak istiyorum, zira hem o süreçte yazdığım yazıda aktardığım şey, bu transferin Fenerbahçe'yle girilen transfer rekabetini kazanmaya dönük, öncelikleri göz önünde bulundurmayan ve masrafı itibariyle rotasyonu şişiren şüpheli bir transfer olduğunu düşünmüştüm. Keza akabinde yapılan Tete transferi, sezon içerisinde verdiği katkıyı dışarıda tutmamakla beraber, merkez orta saha oynama alışkanlığı olmaması yüzünden Kerem Demirbay transferi ve bu panik hali içerisinde transfer edilen, fizik kondisyonu ve görüntüsüyle bu işi yürütmeye çok elverişli gözükmeyen Tanguy Ndombele transferi de bu tip transferlere örnekler. Nitekim, Galatasaray'ın mevcut oyun planında oluşan defektleri çözmek için merkeze dönük oynama karakteri bulunan ve oyun kuruculuk özellikleri yüksek Hakim Ziyech transferi de bu başarısızlığı çözmek amacıyla yapıldı. Galatasaray kağıt üzerinde iyi işlere imza atıyor, kadroda çeşitliliği oluşturuyordu ancak sezon içerisinde zaman zaman meydana gelen sorunları tetikleyen, dahası Avrupa'da Türkiye'ye kıyasla daha programlı takımlarla karşılaşınca Galatasaray'ın yaşadığı sorunlar çok daha merkezileşiyordu.
Tüm bunlara rağmen Galatasaray Süper Lig sezonunu açtığında Şampiyonlar Ligi biletini cebine koymaya çok yaklaşmış ve eldeki malzemeden ligde galibiyet almaya dönük bir formül çıkarmayı başarmış bir noktadaydı. İlk haftada alınan Kayserispor beraberliğinin ardından, Trabzonspor ve Beşiktaş maçlarını da barındıran 10 maçlık bir galibiyet serisiyle Kasım ayını mağlubiyetsiz gören Galatasaray, bitiricilik ve skora gitme sorunu yaşadığı bir maçta Hatayspor deplasmanından eli boş dönüyordu. Bu haftalar Galatasaray ve Fenerbahçe arasında geçecek bir sezonun habercisiydi. Henüz 12. haftada en yakın rakipleri Adana Demirspor'la 9 puanlık bir fark oluşturan iki takım, sezonun ilk yarısının sonuna gelindiğinde bu makası 12 puanda tutuyordu. Galatasaray bu süreçte bir yandan Şampiyonlar Ligi'nde gruptan çıkma mücadelesi verirken, öte yandan ligde Fenerbahçe'yle rekabetini sürdürüyordu. Özellikle Şampiyonlar Ligi'nde altını çizdiğim kadro eksiklikleri ve yer yer plansızlıkların baş gösterdiği maçlar sonucunda grubu 3. tamamlayan Galatasaray, yoluna Avrupa Ligi'nde devam etme hakkı kazanmıştı. Özellikle son haftada oynanan Kopenhag maçında rakibinin kapalı savunmasını açmanın ve doğru geçiş setlerinin eksikliğini çeken Galatasaray, buna rağmen ligde tam aksi bir performans sergiliyordu. Sivasspor ve Fenerbahçe'ye karşı alınan beraberlikler dışında yoluna kayıpsız devam eden Galatasaray, bu süreçte performansını Avrupa klasmanında kanıtlayan Sacha Boey'in olası transferine hazırlıksız yakalanmıştı. 30 milyon € gibi bir bedelle Bayern Münih'in yolunu tutan Sacha Boey'un yerine transfer yapmakta geciken Galatasaray, her ne kadar yollarını ayırdığı Angelino'nun yerini Derrick Köhn'le doldursa da, Sacha Boey'in yerine alelacele transfer edilen Serge Aurier ligin kalanında 4 maçta yalnızca 70 dakika şans bulacaktı. Bu eksiklikleri Genoa'dan kiralık sözleşmesini feshedip geri çağırdıkları Berkan ve performansını kademe kademe arttırıp Galatasaray'ın kilit oyuncularından birine dönüşen Barış'la doldurmaya çalışan Okan Buruk, bu rabarba içerisinde Sparta Prag'a karşı sürklase oluyordu. Aynı bir haftalık süre içerisinde Fatih Karagümrük'e yenilerek Türkiye Kupası'nda elenme tecrübesi yaşayan Galatasaray, o dönemde hem ligde hem Konferans Ligi'nde mücadelesine devam eden Fenerbahçe'ye karşı tek kulvarda yoluna devam ediyordu. 25. haftada Fenerbahçe'nin Alanyaspor'a karşı evinde puan kaybetmesinin ardından liderliği devralan Galatasaray, bu süreçte vites yükseltiyor ve takımda Mertens, Barış Alper Yılmaz gibi oyuncuların artan form grafiğiyle beraber her maç pozisyon üreten, skor üreten bir tabloya evriliyordu. Kritik anlarda da oyunan tutunan bir görüntü sergileyen Galatasaray, Kasımpaşa maçında Carlos Vinicius ve Karagümrük maçında Berkan'ın attığı gollerle de yarışta odağını kaybetmiyordu. Fenerbahçe'nin son düzlükte Sivasspor ve Konyaspor karşı puanlar kaybetmesiyle son iki haftaya 6 puan farkla giren Galatasaray için şampiyonluğun en buruk yönlerinden birisi 37. haftada yaşandı. Şampiyonluk apoletini takması için 1 puanın yettiği maçta, Fenerbahçe'yle arasında sahaya gelirken oluşan mentalite farkının yarattığı bir oyun yaklaşımıyla, bireysel hataların ve plansızlığın meydana getirdiği bir tabloyla 10 kişi rakibine 1-0 mağlup olan Galatasaray, belki de sezonu çok daha anlamlı kılacak bir fırsatı tepiyordu. Puan farkının üçe inmesinin ardından işleri son haftaya kalmasıyla ligdeki artan heyecan dozajı, Galatasaray'ı Fenerbahçe maçında yaptığı hataları yapmaktan uzak tuttu ve Konyaspor'u 3-1 mağlup eden Galatasaray kupaya uzandı.
Sezonun hikayesindeki ana fikir böyle rekabetlerde odağı saha içerisinde tutmak ve oyuna odaklanmak olacaktır. Fenerbahçe, özellikle çok kritik anlarda yaşadığı odak problemiyle, camiadaki karışıklıkla ve en önemlisi yönetim sıkıntılarıyla bu yarışta mağlup olan taraf oldu. Yine de başında aktardığım gibi böylesi bir performans ve rekabet için her iki takım da teşekkürü ve tebriği hak ediyor. Umarım bu karışık sezonun ardından, insanımız için futbolun bir angaryadan öte, zevk alınabilecek yönleriyle kabul edilen, özel bir spor olduğunun kanıksandığı sezonlar gelir.