Fransızların futbolda yaşadığı dönüşümün başlangıcı olarak 1984'ü işaret etmiştik. O turnuvada tarihinde ilk defa milli takımlar bazında bir kupa kazanan Fransızlar, bunun yanında futbolda oyuncu üretmek noktasında da pozitif adımlar atmışlardı. Bu yıllardan sonra, Marcel Desailly, Laurent Blanc, Emmanuel Petit, Claude Makélélé, Deschamps, Eric Cantona, David Ginola ve Zidane gibi oyuncular yetiştiren Fransızlar, buna karşın 1986 sonrası 10 yıllık dönemi aynı derecede sportif başarıyla taçlandıramıyordu. 1986'yı Belçika'yı mağlup ederek Dünya Kupası üçüncüsü olarak tamamlayan Fransızlar, bu turnuvayı takip eden iki Dünya Kupasına ve bir Avrupa Şampiyonasına katılamıyor, katıldıkları Şampiyonalardan, 1992'de de gruptan çıkamıyordu. Bahsi geçen isimlerle oluşan yeni jenerasyon Michel Platini'nin teknik adamlığı döneminde önemli ölçüde güç kaybetmiş, o dönem Fransız futbol efsanesini yardımcılığını yapan Gerard Houllier göreve getirilmişti. Yakın dönem futbol tarihinin önemli Fransız teknik adamlarından olan Gerard Houllier, 1994 Dünya Kupası elemelerinde Bulgaristan'a boyun eğerek turnuvaya gidememesi sonucunda görevinde geçirdiği 1 yılın ardından, Fransa Milli Takımı hocalığı koltuğuna veda ediyordu. Fransızlar için 1984'le 1994'ü kapsayan 10 yıllık dönem, bir Avrupa Şampiyonluğuna eklenen bir Dünya üçüncülüğünü takip eden bir istikrarsızlığı ve gün geçtikçe modernize olan Avrupa futbol dünyasında Almanya, İtalya ve Hollanda gibi ekollerin ardında kalmayı getiriyordu.
Öte yandan Fransa Milli Takımında teknik adam olma görevi de bir hayli kompleks ve büyük bir sorumluluktu. Fransızların futbolun organize biçimde oynanmaya başlandığı ilk dönemden beri spor gazeteciliğindeki tekamülünü erken tamamlaması ve bu basın kültürünün gün geçtikçe otoriter bir kimlik edinmesi bu husustaki en önemli etkenlerden biri... Michel Hidalgo'nun büyük başarısıyla başlayan süreçte, günümüze değin görev yapan hocalardan Henri Michel, Michel Platini, Raymond Domenech, Laurent Blanc ve günümüzde Fransa'nın teknik direktörlüğünü yapan Dünya Kupası şampiyonu Didier Deschamps dahi Fransız basınıyla sürekli bir sürtüşme hali içerisinde olmuştu. 1994 yılında Fransa'nın bu jenerasyonunun başına gelen Aime Jacquet için de durum pek farklı olmayacaktı. Saint Étienne ve Lyon'da futbolculuk kariyeri olan Jacquet, teknik adamlık kariyerinde Lyon'da 4, Bordeaux'ta 9 yıl çalışmış bir teknik adamdı. Kurduğu Bordeaux takımıyla 1983 ile 1986 arasında üst üste üç sezon Ligue 1 şampiyonluğu yaşayan teknik adam, 1989'da takımından ayrıldıktan sonra Montpellier ve Nancy'de kısa dönemli iki teknik adamlık deneyimi daha yaşadı. 1991'de Nancy'den ayrıldığında 50 yaşında olan teknik adam, 1991 ile 1994'ün başı arasındaki süreçte takım çalıştırmıyordu. Bu dönemde bir teknik adam çıkmazı yaşayan Fransızlar, geçmişinde madencilik yapan, gözlükleri ve imajıyla dikkat çeken bu aksi adamı göreve getiriyordu. Fransızların Jacquet ile ilk turnuvası 1996 Avrupa Şampiyonası olacaktı. İspanya, Bulgaristan ve Romanya'nın olduğu gruptan lider çıkan Fransa, akabinde Hollanda'yı eleyerek yarı finale çıkıyor, ancak Çeklere penaltılarda boyun eğerek turnuvaya yarı finalde veda ediyordu. İlk turnuvasında kalburüstü bir başarı elde eden Aime Jacquet, buna karşın imajı ve yaklaşımı dolayısıyla Fransız gazetecilerin gazabına uğruyordu. 1998 Dünya Kupası öncesi, Jean-Pierre Papin, Eric Cantona ve David Ginola gibi isimleri turnuva kadrosuna dahil etmeyen teknik adam, sonrasında onu vedaya sürükleyecek bir mobbingle karşılaşacaktı. Fransızların belki de en şaşalı kupa zaferi olan 1998 Dünya Kupası, yalnızca Fransızların Avrupa futbolunda bir süredir kaybedilen itibari geri sağlanmıyor, bunun dışında futbol tarihinin en çarpıcı vedalarından birini de beraberinde getiriyordu. Futbolda topa sahip olmaya dönük felsefenin zirveyi yaşadığı dönemde defansif bir oyun anlayışıyla, İtalya, Hırvatistan'ı mağlup etmesinin ardından, finalde Brezilya'yı 3-0 ile sürklase eden Fransa, Aime Jacquet'in finalin hemen sonrasında basına verdiği "Onları Affetmeyeceğim!" demeciyle ve istifasıyla çalkalanıyor, 56 yaşında teknik adamlık kariyerini noktalayan Jacquet, bizlere Fransa Milli Takımı'nın başarı elde edildiğinde bile ne denli kompleks bir yapı olduğu bizlere gösteriyordu.
Jacquet'in çarpıcı vedası bir yana, Fransızlar Dünya futboluna güçlü bir dönüş yapıyordu. Brezilya ve Ronaldo rüzgarının estiği o yıllara tam bir anti-kahraman topluluğu hikayesiyle damga vuran Fransa, milenyuma girilirken bu başarıyı 2000 Avrupa Şampiyonasına da taşımak istiyordu. Jacquet'in vedasının ardından, onun boşluğunu uzunca bir süre Fransa'nın Ordu Milli Takımını çalıştıran ve Aime Jacquet'in 1 sene yardımcılığını yapan Roger Lemerre'yle doldurdular. Son turnuvaya benzer bir kadro dinamiğine sahip olan Fransızlar, buna karşın Aime Jacquet'den farklı bir oyun anlayışıyla elemelere girecekti. Öte yandan, 2000 Avrupa Şampiyonası bir yeniliği daha beraberinde getiriyordu. Önceki turnuvalarda tek ülkenin ev sahipliğinde düzenlenen organizasyon, bu kez iki komşu ülke olan Belçika ve Hollanda'nın ortaklığında düzenlenecekti. Bu iki ülkeden Belçika, 1972'de yine bir Avrupa Şampiyonasına ev sahipliği yaparken, Hollanda tarihinde ilk kez bir büyük organizasyona ev sahipliği yapıyordu. Son turnuva olan 1996'da Avrupa'da yaşanan sosyopolitik olayların gölgesinde yaşanan ülkelerin kimlik değişimlerinden bazıları bu turnuvada da yaşanacaktı. 1992'ye katılamayan, 1996'da ise Hırvatistan adına katılan Yugoslavya, 1998'de olduğu gibi bu turnuvada da Sırbistan-Karadağ birlikteliğinin bir üst ismi olarak Yugoslavya Federal Cumhuriyeti ismiyle elemelere katılıyordu. Son olarak UEFA üyeliğini alan Andorra'nın da elemelere katılmasıyla, 2000 Avrupa Şampiyonası elemeleri 49 ülkenin katılımıyla 9 ayrı grupta başlıyordu.
Turnuvanın eleme konseptinde de ufak değişimler söz konusuydu. 9 ayrı gruptan çıkan her bir grup lideri turnuvaya direkt katılırken, bunlara ek grubunu en iyi dereceyle bitiren grup ikincisi de turnuvaya direkt katılım hakkı elde ediyordu. Belçika ve Hollanda'nın elde ettiği ev sahibi kontenjanlarının dışında, geride kalan 8 grup ikincisi bir play-off turuna katılıyor, bu turdan çıkan 4 takım da turnuvaya katılma hakkını elde ediyordu. Nitekim, 1998'in sonbaharında turnuvanın elemeleri başladı. 1. Grupta, 1998'de şampiyon Fransa'ya çeyrek finalde elenen İtalyanlar ve 1992'nin şampiyonu Danimarka vardı. İtalyanlar grubu 4 galibiyet 3 beraberlik ve 1 mağlubiyetle lider tamamlarken, ikinci sırayı ikili averaj belirleyecekti. Aynı puanda olan Danimarka ve İsviçre'den, rakibini evinde mağlup edip, Zürih'te beraberliği koparan Danimarka, turnuva katılımı için play-off hakkı elde etti. 2. grupta Ole Gunnar Solskjaer, Tore Flo gibi oyuncuları kadrosunda barındıran Norveç lider tamamlarken, futbolda yeni yer edinen ülkelerden Slovenya grubu ikinci tamamlıyordu. 3. grup, Milli Takımımızın olduğu gruptu. Mustafa Denizli yönetiminde grupta çarpıcı sonuçlar alan Türkiye, Almanya'ya karşı çıktığı maçlarda mağlubiyet almıyor, Bursa Atatürk Stadyumu'nda oynanan maçta 1-0'la galibiyeti alıyordu. Bu sonuçlarla Almanya'nın ardından grubu ikinci tamamlayan takımımız, turnuvaya katılmak için play-off hakkı kazandı. 4. grupta, Roger Lemerre yönetimindeki Fransa, grubu lider tamamlarken, 20 puanla grubu namağlup tamamlayan Ukrayna, Fransa'nın ardından ikinci tamamlayarak play-off'a katılan taraf oldu. 5. Grup, 1996'nın ev sahibi İngiltere'nin olduğu gruptu. Grubun iddialı takımı olan İngilizlere karşı grubu sürklase eden İsveç, 7 galibiyet ve 1 beraberlikle turnuva biletini alırken, İngiltere'yi play-off turuna yolluyordu. 6. grubu İspanya lider tamamlarken, Avusturya, Kıbrıs ve San Marino'nun önünde grubu ikinci tamamlayan İsrail, play-off hakkı elde etti. 7. grup, iki ayrı takımı direkt turnuvaya götürmesi bakımından özel bir gruptu. O yılların çarpıcı Doğu Avrupa takımlarından olan Romanya, Portekiz'in bir puan önünde namağlup turnuvaya giderken, 23 puan toplayan Portekiz elemelerin en iyi grup ikincisi olarak turnuvaya gitmeyi başardı. 8. grup, hem Yugoslavya'nın, hem de Yugoslavya'nın önde gelen ayrılıkçılarından Hırvatistan'ı bir araya getiriyordu. Grubu "Son Yugoslavya takımı" olarak betimleyeceğimiz Sırp-Karadağlılar lider tamamlarken, İrlanda grubu ikinci tamamlıyordu. 1998'i üçüncü sırada tamamlayan Hırvatlar, bu turnuvaya katılamayacaklardı. 9. ve son grupta son finalist Çekya, 10 maçta 10 galibiyet alarak turnuvaya direkt gidiyor, ikinci İskoçya ise play-off eleme turuna gidiyordu. Artık, turnuvaya gidecek son 4 takım için play-off turuna geçilecekti. Sürpriz biçimde grubunu ikinci tamamlayan İngiltere, bir diğer Birleşik Krallık ülkesi olan İskoçya'ya karşı, özellikle ikinci maçında zorlandıkları bir eşleşmeye rağmen turnuva biletini almayı başardı. İsrail'i her iki maçta sürklase eden Danimarka ve tarihinde ilk kez turnuvaya katılma şansı için elemeleri iyi geçen Ukrayna'yla eşleşen Slovenya, turnuvaya katılma hakkı elde eden diğer iki takım oldular. Millerimiz için tarihi bir önemi olan İrlanda eşleşmesi ise hayli çekişmeye sahne oluyordu. İlk maçta Robbie Keane'in 79. dakikada attığı gole üç dakika sonra Tayfur Havutçu'nun penaltıdan attığı golle cevap veren Türkiye, Bursa'da oynanan ikinci maçta İrlanda'ya karşı kalesini kapamayı başararak deplasman gol kuralının sonucunda tarihinde ikisi de üst üste olmak üzere ikinci kez Avrupa Şampiyonası biletini alıyordu.
Artık gözler, 10 Haziran'da "Haysel" ismiyle bilinen Kral Baudoin Stadyumu'nda oynanacak açılış maçıyla başlayacak olan turnuvadaydı. Dört ayrı grubun olduğu turnuvada, A grubu içlerinden en zor olanıydı. Buna karşın grubu çok büyük sürprizler bekliyordu. Portekiz, Romanya, Almanya ve İngiltere'nin olduğu grupta, Portekiz ve Romanya halihazırda aynı eleme grubundan direkt gelmiş iki takımdı. Maçların başlamasıyla beraber ilk hafta Almanya ve Romanya'yı bir araya getiren maçta taraflar yenişemezken, Eindhoven'da oynanan Portekiz - İngiltere maçı müthiş bir geri dönüşe sahne oluyordu. Maça hızlı başlayan İngilizler, Scholes ve McManaman'ın golleriyle henüz 18. dakikada 2-0 öne geçiyordu. Ancak henüz ilk yarı bitmeden Luis Figo'nun 22, Joao Pinto'nun 37. dakikada attığı gollerle skoru eşitleyen Portekiz, ikinci yarının ilk 15 dakikası içerisinde etkinliğini arttırıyor, 59. dakikada Luis Figo'nun attığı pasla ceza sahasında buluşan Nuno Gomes Portekiz'i öne geçiriyordu. Maçın sonuna kadar skoru korumayı başaran Portekizliler, turnuvaya galibiyetle başlamakla kalmıyor, İngilizlere ciddi bir yara veriyorlardı. Sonraki hafta Portekiz, bir son dakika golüyle Romanya'yı geçmeyi başarırken, Alan Shearer'ın attığı golle Almanya'yı mağlup eden İngiltere, 2. sıraya yerleşiyordu. Son maçlara girildiğinde Romanya'nın gruptan çıkma şansı hayli düşük bir ihtimaldi. Portekiz'in Almanya'yı Conceiçao'nun hat-trick'i ile 3-0 mağlup etmesiyle son şampiyon Almanya, gruba havlu atıyordu. Öte yandan aynı saatlerde komşu ülkede oynanan maçta tam bir ölüm kalım mücadelesi söz konusuydu. İngiltere karşısında maça iyi başlayan Rumenler, Chivu'nun 22. dakikada attığı golle öne geçiyorlardı. Devrenin bitimine 5 dakika kala, önce Shearer'ın penaltısı, ardından Michael Owen'ın ceza sahası içerisinde kaleci Stelea'yı geçerek attığı golle devreye 2-1 önde girdiler. İkinci devrenin ilk dakikalarında Munteanu ile skora eşitlik getiren Rumenlere bir gol daha gerekiyordu. 89. dakikada Neville'ın ceza sahası içerisindeki müdahalesiyle Moldovan yerde kalıyor, Urs Meier penaltı noktasını gösteriyordu. Ionel Ganea'nın bu penaltıyı gole çevirmesinin ardından gruptan çıkmanın favorisi olarak geldiği maçta elenen taraf olan İngilizler, bir diğer favori olan Almanlarla aynı grupta turnuvaya veda ediyordu. Sıradaki grup olan B grubu turnuvanın ev sahiplerinden biri olan Belçika'nın ve Milli takımımızın grubuydu. İtalya ve İsveç'in de olduğu grup, bizler için büyük bir anlam ifade edecekti. Açılış maçında Belçika, İsveç'i 2-1'le geçerken, Türkiye İtalya'nın rakibiydi. İlk yarısı golsüz eşitlikle sonuçlanan maçın ikinci yarısında Conte'nin golüyle öne geçen İtalyanlara, Okan Buruk'un golüyle cevap veriyorduk. Bu gol aynı zamanda Avrupa Şampiyonası tarihinde attığımız ilk goldü. Maçı koparma şansı elde ettiğimiz bu dakikalarda, İtalya'nın kazandığı penaltı ilk Avrupa şampiyonası puanı almamızı engelliyordu. Penaltının başına geçen Simone Inzaghi skoru tayin ediyor, maç 2-1'lik İtalya üstünlüğüyle sonuçlanıyordu. İkinci maçımızda ilk puanımızı alarak İsveç'le golsüz berabere kalıyorduk. Öte yandan İtalyanlar ikide iki yaparak Belçika'yı 2-0 mağlup ediyordu. Son haftaya gelindiğinde lider İtalya'nın ardından ikinci çıkmak için Belçika ve Türkiye'nin şansı vardı. Kral Baudoin Stadyumu'nda Belçika Türkiye maçında, Hakan'ın attığı iki golle galibiyeti elde eden Milli Takım, tarihinde ilk kez bir şampiyona grubundan çıkarak Avrupa Şampiyonası'nda çeyrek finale yürüyordu. Bol gollü maçların olduğu C Grubu ciddi bir rekabete sahne oluyordu. İspanya, Yugoslavya, Norveç ve Slovenya'nın olduğu grupta 18 kez gol sesi çıkarken, Yugoslavya'nın Slovenya ve İspanya'ya karşı oynadığı maçlar ciddi gol düellolarına sahne oluyordu. Nitekim İspanya'nın lider çıktığı grupta, rakibiyle karşılaştığı maçta 1-0 galip gelen Yugoslavya, Norveç'in önünde grubu ikinci tamamlıyordu. Hollanda, Fransa, Çekya ve Danimarka'nın olduğu D Grubu'nda Hollanda lider çıkmayı başarıyordu. Altışar puanla geldikleri üçüncü maçlarda, liderlik yarışına giren Hollanda ve Fransa'dan 3-2'lik galibiyetle liderliği kapan Hollanda oluyordu. Öte yandan son finalist Çekya ve Danimarka turnuvaya veda eden takımlar oluyorlardı.
Grupların tamamlanmasıyla beraber, Çeyrek Final turuna geçiliyordu. Çeyrek final eşleşmelerinden ilki Milli takımımız ve Portekiz arasındaydı. Amsterdam'da bugünkü adıyla Johan Cruyff Arena'da oynanan maçta, ilk yarısında oyunu belli bir seviyede tutmasına rağmen, Portekiz'in Nuno Gomes'le bulduğu golle devreye 1-0 geride giren Türkiye, ikinci yarıda da aynı ismin attığı golle 2-0 mağlup oluyordu. Buna rağmen aynı seneyi kulüpler bazında UEFA Kupası şampiyonu, milli takımlar bazında Avrupa Şampiyonası çeyrek finalisti olarak tamamlayan Türkiye, önümüzdeki süreçte elde edeceği başarıların başlangıcını yapıyordu. İkinci eşleşmede bizim grubumuzun lideri İtalya, çarpıcı bir sonuçla İngiltere'yi eleyen Romanya ile karşılaştı. Totti ve Inzaghi'nin ilk yarıda bulduğu gollerle sonuca giden İtalyanlar, sürprize izin vermiyordu. Üçüncü eşleşme tam bir gol resitaline sahne oldu. Grubunu ikili averajdan ikinci tamamlayan Yugoslavya'yla, Fransa'nın önünde lider tamamlayan Hollanda arasında oynanan maçta, Kluivert'in hat-trick'i ve Overmars'ın iki golünü kapsadığı 6 golle rakibini geçen Hollanda, adını yarı finale yazdırdı. İlk yarı sınırları içerisinde geçen bir diğer maçta İspanya'ya karşı galip gelmeyi başaran Fransa, son yarı finalist olarak adını yazdırıyordu. Fransızların sıradaki rakibi Portekiz'di. Turnuvada harikalar yaratan oyuncu Nuno Gomes'in 19. dakikada attığı golle öne geçen Portekiz, ikinci yarıya kadar skoru korumayı başardı. 51. dakikada ceza sahasında topla buluşan Thierry Henry'nin sol kenara attığı golle durumu eşitleyen Fransızlar, kalan dakikalarda Portekiz'le yenişemeyince maç uzatmalara gitti. Uzatmaların 27 dakikasında sonuç çıkmazken, maç penaltılara gidecek gibi bir görüntü veriyordu. Tam bu dakikalarda ceza sahası içerisinde yaşanan karambolde topun ağlara gitmesini eliyle engelleyen Abel Xavier, Fransa'ya bir penaltı kazandırıyordu. 117. dakikada topun başına geçen Zinedine Zidane, Fransa'ya tarihinde ikinci kez Avrupa Şampiyonası finali biletini kazandırıyordu. Artık Fransa, Hollanda ve İtalya'yı bir araya getirecek maçtan rakibini bekleyecekti. Yarı finalin diğer ayağı, tam bir kaçma kovalama hikayesiydi. Hollanda'nın pozisyon merkezli oyununa katı bir savunmayla cevap veren İtalya, yapması gerekeni yaparak maçı önce uzatmalara, sonra penaltılara götürdü. Sırasıyla, Frank de Boer, Jaap Stam ve Bosvelt'in penaltıları kaçırması sonucunda penaltılarla 3-1 galip gelen İtalya, Fransa'nın rakibi oluyordu.
Artık final zamanıydı. Final için adres, Rotterdam'da Feyenoord Stadyumu'ydu. Maçın başlamasıyla beraber, İtalya Hollanda karşısında başarılı olan oyun felsefesini sürdürüyor, maçı istediği tempoda tutuyordu. Buna karşın Fransa'nın yarattığı boşlukları da değerlendirmek de geri durmuyorlardı. İlk yarısı golsüz tamamlanan maçın, ikinci yarısının 10. dakikasında Delvecchio'nun altıpasta buluştuğu topta golü bulmasıyla öne geçtiler. Şartlar artık İtalya'nın lehindeydi. Maldini, Albertini, Cannavaro, Pessotto ve Nesta'dan oluşan bir savunma hattı söz konusuydu. Bu kağıt üzerinde geçilmez savunma hattı, beklenildiği gibi oyunun büyük çoğunluğunda rakibine geçit vermedi. Ancak son dakikalara girildiğinde, bir finalde daha işler alışılmışın dışında gelişecekti. Fransa'nın ana planının bir parçası olmayan, Bordeaux'un santraforu Slyvain Wiltord 58. dakikada oyuna girmişti. Son bir atak şansı olarak Barthez'in degajmanı ile Maldini'nin kafasından seken top sol çaprazda Wiltord'la buluştu. Wiltord, bu son şansta bekleme payı bırakmadan bir kontrolle topu uzak köşeye gönderdi. Turnuvanın iyi kalecilerinden Toldo'nun kolları arasından geçen top ağlara giderken, Fransa maçı mucizevi bir biçimde uzatmalara taşıyordu. Tüm maç boyunca aşamadıkları duvarı aşmak, Fransızların özgüvenini tazelerken, İtalya'da mental bir yorgunluğu beraberinde getirmişti. Uzatmalarda momentum Fransızların elindeydi. Sahada Fransızların, Wiltord'u da kapsayan, oyuna sonradan girmesi nedeniyle dinamizm kazandıran oyuncuları vardı. Uzatmalarda ilk 10 dakika geçildikten sonra, bu oyuncular hikâyeyi tamamen değiştirecekti. 86. dakikada Lizarazu'nun yerine oyuna giren Robert Pires, sol kenarda topla buluşuyordu. İçeriye hareketlenen Pires, topu içeri çevirirken topla buluşan isim, 76. dakikada Djorkaeff'in yerine oyuna giren Monaco'nun 23 yaşındaki genç oyuncusu David Trezeguet'ti. Trezeguet, topu kontrol dahi etmeden, Toldo'nun ters köşesine sol üst köşeye topu nişanlayarak, üst üste ikinci turnuvada şampiyonu bir altın golle tayin ediyordu. Lemerre'nin oyuna dokunuşları hikayeyi tamamen değiştirmiş, İtalya lehine giden bir maçı tam tersine çevirmişti. Bu altın golün başrolü ise, turnuva sonrası Juventus'a gidecek olan David Trezeguet'ti. Yönetiliş biçimi açısından dünyanın en zor milli takımlarından birinde, belki en tartışmalı vedalardan birinin ardından göreve gelen Lemerre, Fransa'yı üst üste ikinci büyük turnuva zaferine taşıyordu. Fransa, ikinci kez Avrupa şampiyonuydu...